Şüphesiz ki Gemuhluoğlu’nun Afrika yazıları, onun “Büyük rüya görmek lazım” tavsiyesindeki “büyüklüğün”, “rüyanın” ve “elzemiyetin” anlamını idrak etmek için birer örnek değerindedir.
Fethi Gemuhluoğlu’nun yazılarındaki Afrika hassasiyeti dikkat çekicidir. Zira zaman ve zemin Afrika’dan bahsetmeye hiç de uygun değildir. Çoğu 1950’lerde kaleme alınan ve Arapgir Postası’nda yayınlanan bu yazıların asıl dikkat çekici yönü; Türkiye’nin Afrika’ya, Ortadoğu’ya kör ve sağır olduğu bir dönemde kaleme alınmış olmasıdır. Bu yazıların kaleme alındığı dönemde Türkiye; Tunus, Fas ve Cezayir’in bağımsızlık mücadelesinde Birleşmiş Milletler’de verdiği oylarla NATO’da müttefiki olan Fransa’nın yanında yer almayı tercih ediyordu. Yine Türkiye, 1954 yılında Cezayir’in bağımsızlık mücadelesini, bu durumu, daha çok Fransa’nın bir iç sorunu olarak değerlendirmişti. Her ne kadar mahcup bir ifade ile “Meseleleri sulh ile sükûn ile halletmekte fayda var” sözü aralara bir yerlere sıkıştırılsa da bu vahşi bir hayvana, avı hakkında sükunet telkin etmeye benzeyen bir tavırsızlık haline benziyordu. Nitekim bu tavır sebebiyle Türkiye haklı olarak çok eleştiri aldı ve takvimler 1985’i gösterirken, devrin başbakanı Turgut Özal, Cezayir ziyaretinde Türkiye adına özür dilemek zorunda kaldı.
Oysa 1920’de Fransızlar, Adana-Antep-Urfa yöresini işgal ettiklerinde, Fransız birliklerinde yer alan Moritanyalı, Libyalı, Tunuslu ve Cezayirli askerler topluca Türk tarafına geçmişlerdi. Milli Mücadele’nin kazanılmasından sonra da bu askerler, Türk vatandaşlığına alınan bu kahramanlar, kendilerine bir miktar toprak verilerek Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde iskân edilmişlerdi.
Ancak ne yazık ki, o yılların duyarsızlığı sadece devlet bürokrasisinin tekelinde de değildir. Mesela Hüsrev Hatemi, anılarını kitaplaştırdığı “Anıcak Ol Meclisi”nde kaybının üzerinden henüz 40 yıl geçmeden, 1950’lerde Kudüs’ü ne denli unuttuğumuzu belgeler. “Bir arkadaşla İnci Sineması’na gitmiştik. O yıllarda, film başlamadan önce ‘dünya haberleri’ gösterilirdi. Bu haberler sırasında, İsrail askerlerinin bir Mısır tankını, içerdeki ölü Mısırlılarla birlikte ele geçirdikleri ve ellerindeki İsrail bayrağını açarak tank üzerine çıktıkları gösterildi. Salondaki alkış gürültüsü kulaklarımdan hâlâ gitmiyor. Haberler bitip asıl film beklenirken, yanımdaki arkadaşa bu sahneyi niye alkışladığını sordum. Günümüzde tanınmış bir doktor olan bu kişi, ‘Yok artık, bir de Arapları mı tutuyorsun’ demez mi?”
Bu hatırayı okuyunca Fethi Gemuhluoğlu’nun Nuri Pakdil’e sorduğu “Bugün Ortadoğu nasıl?” sorusu ayrı bir derinlik kazanıyor. Fethi Gemuhluoğlu günün kısır gündemini bir kenara bırakıp asıl gündemin, kendi gündemimizin peşinde koşmuş ve o kısıtlı imkânlarıyla kendi sözümüzü söylemenin bir yolunu aramıştır. Onun Afrika hassasiyeti, herhangi bir coğrafyaya dair keyfi bir hassasiyet değil doğrudan doğruya “memleket meselesidir”. Bir anlamda yüz-yüz elli yıldır devam eden marazi “yıkılma”, “içe kapanma” psikolojisinin terapisidir Fethi Gemuhluoğlu’nun yaptığı. Yıkılmayı ve içe kapanmayı hızlandıran bir psikolojidir bu, bir yönüyle. Bu sebeple de Fethi Gemuhluoğlu’nun cehdini, sadece bir psikolojinin değil, bir sürecin de sonlandırılma, tersine çevrilme mücadelesinin tezahürü olarak okumamız mümkün.
Fethi Gemuhluoğlu, 27 Temmuz 1956’da Türkiye’nin Tunus’ta büyükelçilik açması dolayısıyla kaleme aldığı yazısında Muhammed İkbal’den bir cümleyi epigraf olarak seçer: “Çölden çıkıp Roma İmparatorluğu’nu altüst eden Arslanın, tekrar uyanacağını meleklerden öğrendim.” Uyanış ve Afrika; Gemuhluoğlu’nun ikiz kardeş gibi kullandığı iki kavramdır zaten. Afrika ile her kıpırdanışta bir “uyanış” alameti arar Gemuhluoğlu. O sadece Afrika’nın değil, hepimizin uyanışını murad ediyordu. Onun Afrika’nın uyanışını telaffuz ettiği coğrafya; uyanmış, titremiş ve kendine dönmüş bir coğrafya değildi ki… O dikkatleri Afrika’nın uyanışına çekerek bizi de uyanışa davet ediyordu.
Hariciye bürokrasinin Fransa’nın iç sorunu olarak tanımladığı Cezayir bağımsızlık hareketini, Fethi Gemuhluoğlu Cihad-ı Ekber olarak selamlamakla yetinmez ve Fransa’nın yaptığı zulüm için “Bu utanç, onları çökertecektir” der açıkça. Gemuhluoğlu’nun vatan tahayyülü, Cezayir’i “Fransa’nın iç sorunudur” deyip geçmesine izin vermiyordu besbelli. Nitekim Nuri Pakdil’de Gemuhluoğlu’nu anlattığı kitabı Bağlanma’da “İstanbul’da da uzun uzun yürürdük: yeryüzünü fethe çıkar gibiydik: ‘Nasıl, bu toprağın altı, bizi, hepimizi birer sorguya çekmiyor?’ derdi, ‘Çünkü suçlu bir ulus bu’. Ulusumuzun tarihsel suçundan mutlaka arınacağına inanıyordu: çocuklara derin saygısı buradan geliyordu sanırım: bir ağ örüyordu: emek ipiyle: onur iğnesiyle: tarihsel birikimimizin devinimsel kaynaklarından esinlenerek: bunları bize esinleterek: (‘Yeryüzü diyordu, ‘en çok şimdi gereksinim içindedir bu kaynaklara’).” Gemuhluoğlu’nun “Dostluk Üzerine” konuşmasında yer alan coğrafyaya dost olmadığımız için Anadolu Beylerbeyliğini de artık çok görüyorlar vurgusu, Nuri Pakdil’in şahitliği ile ayrı bir anlam kazanıyor. Onun Afrika hassasiyeti, coğrafya vurgusunun mütemmim cüzüdür esasen. O, İstanbul’da yeryüzünü fethe çıkar gibi dolaşırken de Afrika’daki en ufak bir gelişmeyi bile muştularken, yaşadığı heyecanda da bir “DOSTLUK” dilini adım adım inşa etmeye devam etmiştir.
Bu yüzden de asla karamsar, kötümser değildir Gemuhluoğlu. Fecri kazipten gerçek şafağın müjdesini görür ve ilan eder.
Gana’nın bağımsızlığını muştulayan Gemuhluoğlu, kendisiyle yapılan bir röportajda bu muştunun arka planını açıklar: “Dünyanın her yerindeki istiklâl hareketleri bizi sevindirir. Biz, Gana Devleti’nin istiklâle kavuşmasını, sadece Altın Sahilleri halkının Müslüman olmaları dolayısıyla alkışlamamıştık. Bu küçük gazetede, son Macar İhtilâli için de en kalbî ve samimî hislerimizi dile getirmeye çalıştığımı hatırlarsınız. İnancımız, “İnsanlara hürriyyet, milletlere istiklâl” parolasında ifadesini bulabilir, zannederim.”
Gemuhluoğlu Afrika’daki gelişmeleri takip etmekle ve yazılarıyla yorumlamakla yetinmez. Oğluna bir mektubunda “Afrika için, Afrika kurtuluşu için kitaplar bul” nasihatinde bulunur.
Fethi Gemuhluoğlu’nun ilgisi elbette Afrika ile sınırlı değildir. Mazlum milletleri adım adım takip eder. Keşmir, İrlanda, Vietnam, Kore… Bu saydığım ülkelerden fazlası yazılarında bir geçit resmi yaparlar. Her seferinde safını belli eder. Reyini güçlüden yana kullanmaz ve güçlünün, zulmünün ne kadar fani olduğunu her fırsatta tekrarlar. Onun asıl meselesi, “Yıkılması Mukadder Olan Bir İmparatorluk: Büyük Britanya” ve suç ortağı Garp emperyalizminin “mazlum” kıldığı milletlerin uyanışıdır ve İslam’a da bu uyanışta merkezi bir rol atfetmektedir Gemuhluoğlu.
Nitekim 1977’de oğlu Ali Gemuhluoğlu’na yazdığı mektupta “Bayramın mübarek olsun. Esir Türklere, Müslümanlara dua ediniz. Eritre’den, Somali’den, Filipinler’e kadar, Kırım’dan Kerkük’e kadar Müslümanlara ve Türklere dua ediniz. Yeni bir dünya kurulacaktır. Ona hazırlanınız ve çok iyi okuyunuz. Kendinizi çok iyi yetiştiriniz. Oradaki ağabeylerinin de Kur’an’daki “yetefekkerün – tefekkür ediniz” sırrının peşine düşsünler. Onun için çaba sarfetsinler ve çileye soyunsunlar. Vakit de mahlûktur. Bu gerçeği unutmayınız. Vaktin de bir eceli vardır. Uyku gaflettir. Uykuyu azaltırsanız zamanınız çoğalır.”
Bu mektubu bize yazılmış gibi okuyabiliriz/okumalıyız.
Latest posts by Suavi Kemal Yazgıç (see all)
- Güne Notlar - 15 Ağustos 2018
- Asıl Yenilgi - 7 Mayıs 2018
- Afrika Hariç Değil - 26 Kasım 2017
Bu yazı yorumlara kapalı.