"Enter"a basıp içeriğe geçin

Der Mi Der

Adalet saatlerdir karşı kıyıya bakıyor. Günbatımına doğru Ekrem gelecek, Ekrem motoru kıyıya bağlarken kendisi mutfağa geçecek, hazır olan malzemeden salata yapacak, Ekrem eve çıktığında sofra kurulmuş olacak. Adalet saatlerce karşı kıyıya bakar ama hayalleri ve umutları, üzerine hiç yazı yazılmamış bir kâğıt gibi bembeyaz durur. Akıyormuş gibi duran denizin dalgaları gibidir Adalet’in düşünceleri. Otuziki yıllık ömrünün son beş yılı hep bu şekilde geçmiştir. Dirseğini dayadığı pencere denizliği kış bile olsa onun kolunu üşütmez. Sağ eli sağ yanağına yaslıdır, işaret parmağı ise istemsiz bir biçimde kaşının kenarındaki küçük siyah bene dokunur durur. Kaybolmasından korktuğu değerli bir mücevherdir bu ben sanki. Ben, işaret parmağı, avuç içine alınmış yüzün yarısı, denizliğe dayanan dirsek, kolun yarısına kadar sıyrılmış basma giysi ve ufka bakan Adalet. Adalet geleceğe değil, giden geçmişe bakar. Ne hüzün ne sevinç.

Çocuğu olmadığı için kendisini boşayan eski kocası, kayınpederi, kayınvalidesi, kalabalık aile, üst katta oturan amca, kalabalık törenler, gürültülü akraba ziyaretleri ve sair hepsi Adalet’in bakışlarıyla uzaklara giden birer yelkenli gibidir. Tam beş yıldır Adalet, bu korsan yelkenlilerini buradan uzaklara kovalar. Bu korsanlar Adalet’in gençliğini, gençliğin her zerresinden umut fışkıran zamanlarını, güzelliğinin mahcup sancağını yağmalamıştı. O zamanların yetenek dolu hazine sandığını kırmışlar, zarif kristallerini parçalamışlardı. Çocuğu olmuyordu, o zaman hiçbir değeri de değer değildi demek… Neden diye sormadı Adalet hiç. Neden herkesin çocuğu oluyor da benim olmuyor? ‘Çocuk istemeyen, çocuk olmasın’ diye türlü yollara başvuran ve bunları ulu orta anlatan kadınlara, şaşkın ve garip bakışlarını saymazsak, Adalet içinde bulunduğu durumun ne önüne ne sonuna dair hiçbir soru sormamıştı ne kendine ne etrafına ne de Hakk’a. İnsanın başına gelecek olan hatırında kalırmış ya; babasının o çok küçükken anlattığı, daha doğrusu “Kur’an’da böyle yazıyor vallahi” diye yeminle alıntıladığı hikâye gelir hep aklına; bir türlü çocuğu olmayan Sâre Hanım’ın hikâyesi. Ama ne olmuş sonunda? Olmuş. Meleklerin getirdiği oğul müjdesini duyunca şaşkınlıktan elini yüzüne vurup “Ben mi?” demiş, “ben doğurmaz bir koca karıyım?” “Öyle” demiş melekler, “Rabbin öyle buyurdu.”

Sormaz Adalet. Ne vakit soracak gibi olsa kulağında çınlar meleklerin sesini taklit eder gibi anlatan babasının sesi: “Rabbin öyle buyurdu.” “Öyle buyurur, öyle olur, böyle buyurur, böyle olur” der içinden Adalet. Bir gün bana “Sen de ana ol” der… Der mi? Der. Sonra yine eli istemsiz bir biçimde kaşının kenarındaki küçük siyah bene gider.

Latest posts by Aliye Akan (see all)

Bu yazı yorumlara kapalı.