"Enter"a basıp içeriğe geçin

Fethi Gemuhluoğlu ve Kıbrıs Meselesi

Fethi Gemuhluoğlu’nun aramızdan ayrılışının 40. yılı bu yıl. Tam kırk yıl olmuş. O’nu anmak / yâd etmek, ‘Neler yaptı, nelerle uğraştı?’ derken, ülkemizin ve dünyanın birçok sorunu ile uğraştığını görüyoruz bir ömür boyu. Bu sorunlardan biri de Kıbrıs. Kıbrıs’ın öteden beri süregelen onca çabaya rağmen ve bir türlü bitmeyen / bitirilmeyen, bugün bile hâlâ biteceğe benzemeyen hali gözler önünde. Ne yazık ki ‘dünyanın patronlarının’ (!) canları her sıkıldığında masaya sürdükleri bir mesele olmayı sürdürmektedir Kıbrıs. Şu artık herkesçe bilinen bir gerçek ki, günü ve zamanı geldiğinde kullanılmak üzere ellerinde fitilini her an ateşlemeye hazır sorunlar var. Onların en kıdemlileri İngilizlerin daha doğrusu Londralıların ‘cockney’ adı verilen ve ısıtıp ısıtıp yemelerindeki durum gibi önümüze sürdüğü bir yemek, Kıbrıs meselesi bizim için. Gerçi sadece bizim için değil özellikle dünyanın stratejik noktaları için de geçerli bu durum.

 

Bizim Türkiye olarak Kıbrıs meselemiz başta tarihî, coğrafî ve siyasî olmak üzere birçok açıdan büyük önem arz eden bir özelliğe sahiptir. Ana karaya neredeyse – su boru hattı çekildi – bitişik bir halde bulunan adına yavru vatan dediğimiz bir ada olan Kıbrıs, elbette hep ilgi alanımızda oldu ve olacaktır. Bu, dün de böyleydi, bugün de böyle, gelecekte de böyle olacaktır. Elimizi uzatsak, değecek kadar yakın, ışıklarını gördüğümüz birçok ada ne yazık ki elimizden alınmıştır Ege’de. Kıbrıs’ı da hep bir oldu bittiye getirmenin ince hesaplarını izliyoruz dünya sahnesinde.

 

Yazı konumuz Fethi Gemuhluoğu’nun geniş çerçeveli alakaları içerisinde yer alan, gereken her konuda söz söyleyip, eylemlerde bulunmuş olduğundan Kıbrıs konusuna da nasıl yaklaştığı, neler söylediği ve neler yaptığı üzerinedir.

 

Fethi Gemuhluoğlu ilk gençlik yıllarından itibaren Türkiye‘nin meseleleri ile çok yakından ilgilendiğini biliyoruz. Öteden beri süregelen ve yine o yıllarda da ortaya çıkan Kıbrıs ile ilgili sıkıntıda siyasî düşünce ve hareketlerin içinde olarak; 1950’de faaliyete geçen ve Türkiye’de ilk siyasi dernek olan “Kıbrıs’ı Koruma Cemiyeti”nin kurucu üyelerinden biri, aynı zamanda da Genel Sekreteri olarak görürüz. Kıbrıs ile ilgili başlatılan mücadelede de yer alır.

 

Kendisinin birçok platformda belirttiği gibi milli bir dava olan Kıbrıs ile ilgili olarak yazmadığı ithamlarına karşı zaten yapageldiği çalışmalardan bir örnek olarak kaleme aldığı Kıbrıs ile ilgili “Kardeşim Nevzat Bey’’ hitabı ile başladığı 18 Temmuz 1958 tarihli Arapgir Postasında yayınlanan bir mektubuna göz atalım.   

 

“Bir millî dava karşısında susmuş olmak beni de, gazetemizi de utandırdı. Kısacası belirteyim ki biz Kıbrıs’ı 4 Haziran 1878’de imzalanan Berlin Muahedesi ile Rus tehlikesine karşı zahirî yardımını mümkün kılmak için İngiltere’ye terk ediyorduk. Bu muahedeyi imzalarken İkinci Abdülhamid Han, “Hukûk-u Şâhâneme asla halel gelmemek şartı ile tasdik ederim” diyordu. Bu “Hukûk-u Şâhâne” şeklen 5 Kasım 1914’te Büyük Britanya’nın Kıbrıs’ı resmen ilhak ettiğini açıklamasına kadar devam etti. Sonraları biz Lozan Barışı’nın 21. Maddesi ile Türkiye Cumhuriyeti’nin “Britanya Hükümeti tarafından Kıbrıs’ın 5 Teşrinisani 1914’te ilan olunan ilhakını tanıdığını” beyan ettik.

 

Artık Kıbrıs Adası’nı hukuken de terk etmiştik. Hukûk-u Şâhâne kadar Hukûk-u Millîmizden de vazgeçiyorduk. İkinci Cihan Savaşı’ndan sonra Yunanistan devamlı bir şekilde “Megalo İdeası”nı gerçekleştirmek için gayretler sarf etmeye başlamıştı.

 

Türkiye’nin hiçbir müdahalesi mevzubahis olmaksızın 12 adayı almak, Yunanlıların ihtiras ve iştihalarını çoğaltıyordu.

 

Son on senedir bizim de Kıbrıs mevzuunda bir ölü sükûtuna varan ilgisizliğimizden, coşkunluklara varan ilgimize ve nihayet bir çıkar yol arayarak ısrarla ileri sürdüğümüz “taksim tezi ”ne kadar, muhtelif ve değişken siyasî tavırlarımız oldu. Kıbrıs meselesinin henüz yeni başladığı 1949 yılı Ağustos ayı içinde 108 Kıbrıslı öğretmen Anavatan’ı ziyarete gelmişlerdi. Muhtelif şehirlerimizde, bilhassa İstanbul’da bu öğretmenler şerefine birçok toplantılar tertip edilmişti. İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği’nin toplantısı gençliğin hislerini belirtmesi bakımından en manalı ve en önemlisi idi. O zaman bu satırların naçiz yazarı olan hemşehriniz Talebe Birliği adına size metninin büyük bir kısmını gönderdiğim konuşmayı yapmıştı. Muhtelif gazetelerde yayınlanan bu konuşmanın metnini kısmen ve tekrar yayınlarsan, 1949 Ağustosu’ndaki fikirlerime yine sağlamca bağlı olduğumu belirterek okuyucularıma karşı Kıbrıs mevzuunda geciken yazılarıma çok erken başladığımı da arz etmek imkânı bulurum.

 

Takdim ettiğim metin, 23 Ağustos 1949 tarihli ve 948 sayılı Kıbrıs Adası’nda münteşir “Hürsöz” Gazetesi’nden alınmıştır. Ayrıca o zaman İstanbul’da neşredilen ve Kıbrıs Türklüğünün davasını savunan Yeşilada Dergisi’nde yayınlanan (Cilt I, Sayı 11, Eylül 1949) “Milli Mücadelede Birlik” adlı Kıbrıs Mücadelesi ile ilgili bir yazımı da gönderiyorum.”

 

Yazımızın girişine de aldığımız kısım da yine bu mektubundandır.

 

Yine bununla ilgili olarak; Türkiye’de Kıbrıs mevzuunda kurulan ilk cemiyet olma şerefi, “Kıbrıs’ı Koruma Cemiyeti”ne aittir. Yine bu satırların naçiz yazarının da müteşebbisleri arasında bulunduğu cemiyet Ağustos 1950 tarihinde kurulmuştu.

 

Cemiyetin Umumî Kâtibi idim. Bu cemiyet talihsiz oldu. Bazı teknik meseleler vesile ittihaz edilerek birkaç ay sonra kapatıldı.”

 

Fethi Gemuhluoğlu’nun Kıbrıs ile ilgisi bu kadarla kalmış bir ilgi değildir, daha çok eylem doludur.

 

Kıbrıs ile ilgili dönemin etkili ve yetkili siyasilerden birine bir karşılaşma anında şu cümleleri edecektir; celâlli bir hal ile “Bana bak -adı ile hitap ederek-  beni bir Makarios veto etti  bir de sen’’ diyerek konu ile ilgili hassasiyetini ortaya koymuştur. (O dönem Kıbrıs yönetiminin başında olan Makarios, Fethi Gemuhluoğlu’nun Kıbrıs’a Millî Eğitim Ataşesi olarak atanmasını veto etmiştir.)

 

Bitmez sona doğru… Yıl 2017.

 

İsviçre’nin Crans-Montana kasabasında 28 Haziran’dan bu yana devam eden Kıbrıs müzakereleri, herhangi bir sonuca erişilemeden sona erdi.

 

Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Antonio Guterres müzakerelerin sonlanmasını ‘çok üzgün’ olduğunu belirterek, duyurdu.

 

Guterres, ‘Tüm heyetlerin ve farklı tarafların çok güçlü katılımı ve özverisine rağmen müzakerelerin sonuçsuz kaldığını’ söyledi.

 

İşte 40 yıl sonra geldiğimiz nokta…

Latest posts by Necmeddin Atlıhan (see all)

Bu yazı yorumlara kapalı.