"Enter"a basıp içeriğe geçin

Geceyi Bölen Ses

Günün yorgunluğuyla gelmişti eve.
Şehir sıcak, günler uzun, çalışmaksa insanlara yorgunluk olarak geri dönüyordu, alınlardaki ter hemen kuruyordu.
Akşam yemeğinden sonra içmeye başladığı çayın, ikinci bardağını yavaş yavaş yudumluyordu. TV’deki kanalların hiç birinde kendisini tatmin edecek bir program yoktu. Oradan oraya zapping yapıyordu. Ne seyredilecek bir program ne de bir film bulabilmişti. Bu aylarda maç ta yoktu TV’lerde.
Öyle dolaşırken bir ara kanalın bir tanesi, köprüde askeri hareketlilik var, diye bir haber vermeye başladı, diğer kanallarda aynı haber üzerinden görüntüler vermeye başlamışlardı.
Sonra, başbakanın bu bir kalkışmadır tarzında beyanatlarını gördü.
Biranda okuduğu kitaplardan ve belgesel haberlerden, asılan başbakan ve bakanlar aklına geldi. Yine aynı acı yaşanır korkusu sardı içini.
En kötü sivil yönetim en iyi askeri yönetimden iyidir, lafını çok duydu, benimsedi. Birkaç kişiyi aradı olanlardan haberi olup olmadıklarını sordu, hatta bir ara farklı bir şehirdeki arkadaşını aradı, siyasetin içindeydi ona sordu, evet, dedi arkadaşı, darbe oluyor. Tüyleri diken diken oldu. Tüm yorgunluğu gitmişti. Arkadaşının biz burada dışarı çıkıyoruz demesi onu da cesaretlendirdi. Ben de çıkıyorum dedi. Üzerini giyindi artık oturamıyordu.
Hanımı gözlerinin içine baktı “korkuyorum gitme’’ dedi. Daha iki yaşında olan çocuğu tatlı tatlı bakıp “baba gitme’’ dedi. Hanımı bunu fırsat bilip evde korkarız gitme, dedi.
Başörtüsü geldi aklına!
Yerlerde sürüklenen, başörtülü kız çocukları geldi. Sultanahmet Camisi’nin avlusunda bildiri okuyup, Tekbir getiren kızlar geldi. O kara günleri tekrar yaşatacaklar bu güzel ülkeme diye, düşündü.
Kendini dışarı attı, bildiği bütün duaları okuyordu. Telefonunun rehberinde bulunan isimleri, tek tek aradı.
Herkesi cihada çağırır gibi çağırdı. Köprüye gelin! Darbe! Oluyor dışarı çıkın, diyordu!
Otobüs durağına inince bir gençten başkasını göremedi, evden çıkarken de sokaklarda kimseler yoktu. Karanlık bir gecede, karanlığın içine doğru gidiyordu. Korkusu yoktu, değişik duygular içindeydi. Sadece dışarıda fazla insan olmaması canını sıkmıştı.
Acaba!
Tarih tekerrür mü edecekti?
Telefon ettiği birçok kişi sakin olmasını, durup beklemesini söylediler. Ama, o, duramazdı. Bir zamanlar asılan Başbakanla ilgili okuduğu kitap onu çok etkilemiş, hazin sonu bir hayli üzmüştü. Duraktaki gençle diyaloga girip, amacını ona anlatmalıydı. Üç saat önceki yol değildi şimdiki yolun hali. Bomboştu, gelen giden yoktu. Gence dönüp selam verdi, tanışma babında memleketini sordu. Kendisinin köprüye gideceğini isterse onunda gelmesini teklif etti. Gencin tedirgin bir hali vardı. Polis misin abi dedi? Polis olmadığını söyledi. Gencin biraz daha rahatladığını gördü. Gencinde köprüye gitme niyetinin olduğunu, zaten o saatte orada bulunmanın başka bir izahı olamayacağı aşikârdı.
Abi taksi tutalım otobüs gelmez yolu kapatmışlar, dedi, genç. Geçen iki taksi yolun kapalı olduğunu söyleyip, ilerden döneceklerini söylediler. Biran karamsar oldu, evde çocuklarda yalnız, bense gecenin bir yarısı dışarıdayım diye, düşündü.
Tam o anda bir minibüs gelip önlerinde durdu. Köprüye gidiyorsanız atlayın dedi, içlerinden biri. İçeri geçince biraz tedirgin oldu. Minibüste beş – altı kişi vardı, hepsi gençti, ne olduklarını kestiremiyordu.
Dua etmeye başladı, hep dua ediyordu zaten. Sonra gençler darbecilere küfürler savurmaya başlayınca, tamam dedi bunlarda bizden. Kızgınca o da bir şeyler söyledi. İlerde benzinciden yakıt aldılar. Biraz daha gidince polislerin yolu kapattığını, üç tane kamyonu yola çektiklerini gördü. Minibüsteki gençler bu manzara karşısında öfkeden deliye döndüler. Yolu açması için polislerle hararetli bir tartışmaya girdiler.
Sonunda bir arabanın gidebileceği şekilde yol açılmış oldu, minibüs nedense, geri döndü, onlarsa yaya olarak, köprüye doğru yürümeye devam ettiler. Yürüdükçe gördüler, az da olsa yollarda insanlar vardı. Artık korku ve endişesi tamamen gitmişti, O esnada arkadan gelen küçük bir kamyon köprüye gidenler atlasın deyince, kendi ön tarafa bindi, yolda hem ilerliyor hem de yürüyenleri kamyona alıyorlardı.
Nihayet köprüye ulaştılar.
Darbecilerin, köprüyü bir tank, iki askeri kamyonla kapatmış olduklarını gördü. Kalabalık çığ gibi büyüyor, köprüye doğru sel gibi akıyordu.
Biranda silah sesleri kalabalığın paniklemesine yol açtı, herkes yere yattı, birkaç kişiye isabet eden kurşunlar, daha çok öfke ve küfürlere sebep oldu. Biraz sonra kalabalık tekrar ayaklanıp yürümeye başladı. Tekrar kurşun sesleri geceyi yırtıp geçti; bağırmalar, tekbirler, küfürler, kızgınlıklar, insanların elinde olan tek silahtı. O da önünde bir taksiyi siper yapmış bekliyordu, evden acele çıkmıştı, telefonun şarjı azdı, onu arayanlar ve çektiği canlı bağlantılar şarjını bitirme noktasına getirmişti. Ona rağmen, o hainliği şarjı bitene kadar sanal âlemde herkese göstermek istiyordu.
Kafasının üstünden geçen mermilerin çıkardığı ses, hiç alışık olmadığı bir sesti. Karşılarındaki asker olacak kişiler, güya bizim askerlerimizdi, peki niçin bize ateş, ediyorlar. Biz kimiz? Onlar kim? Gibi sorularla, kafası bir hayli meşgul bekliyordu.
Kısa zaman sonra tekrar bir yaylım ateş duyuldu. İlerden gelen iki üç kişi, insanları uyarıyordu; fazla ileri gitmeyin, ilerde babayla – oğlu vurdular, diyordu. Dilinden dualar dökülüyor, içindeki umut kaybolmuyordu. Polis ve özel harekât halkın tarafında, darbeci hainlere müdahale için zamanı kolluyorlardı. O bekleme esnasında, Beylerbeyi tarafındaki camilerden “sela” sesi yükseldi. Karanlık geceyi aydınlatan bir ses dalga dalga semaya yükseldi, insanların içini nurlandırdı. Darbeci hainler tekrar ateşe başlamışlardı, sanki okunan “sela’yı’’ susturmak istiyorlardı. Silahla susturamayacaklarını anladıkları için herhalde, dehşetli bir gürültüyle tankı ateşlediler, arka tarafında kalan polis tomasını vurmuşlardı.
Ülkenin diğer taraflarından güzel haberler geldiğini söylüyorlardı. O heyecanla ayağa kalktı, buraya yatmaya mı geldin diyordu kendi kendine. Yaklaşık elli metre yürüdü, birkaç el ateş sesi duyuldu cılız bir ses, yürümesi aksadı ama devam etti.
Tekrar bir silah sesinden sonra kendini yerde buldu. Çenesi uyuşmuştu, şiddetli bir acı duyuyor, beyni zonkluyordu. Bacağından vurulmuştu, ama çenesinin acımasını anlamadı, elini çenesine götürdü, eli kanla doldu, sabahın ışığı iyice kendini göstermiş, minarelerden ezan sesi yükselmeye başlamıştı. Teslim oldular, dedi birkaç kişi, sonra küfürler savurdular, daha çok tekbir getirenler bastırmıştı onların sesini. Ellerinde bayraklarla ileriye doğru yürüyorlardı. O ise hala yerde yatıyordu. Yatsıyı aceleden kılamadım, galiba sabahta gitti, diye geçirdi aklından.
Artık insanların sesi bir uğultu gibi geliyordu, çok azını anlıyordu. Motosiklet olmaz, arabaya koyun diyordu bir ses. Birkaç kişiyle arabaya attılar onu.
Şimdi eşim merak eder, telefonda kapandı, diye düşünürken, şoför dayan kardeş az kaldı, biraz daha dayan, diye sürekli teskin ediyordu.
İyice kendinden geçti, çeneden sızan kan koynuna dolmuştu, hastaneye geldiklerini, arabanın durması ve etrafındaki telaştan anladı.
Aklı köprüdeydi, kendinden geçti.
Tam on gün sonra kendine gelebildi. Etrafında eş, dost, akrabalar toplanmışlardı. Kızı ona daha bir sevimli geldi, özlemişti de, eşinin gözü ağlamaktan kızarmış, sevinçle ona bakıyordu.
Hastane odasındaki televizyondan Cumhurbaşkanı konuşuyor, şehit ve gazilere şükranlarını sunuyordu; “Aziz milletim bu hayâsız akına dur demiştir’’ sözünü duyunca, kıpırdatamadığı dudaklarının yerine, kalbinin derinliklerinden gelen bir hisle ELHAMDÜLİLLAH, dedi. Gözlerinden akan yaşlar, bandajlı olan çenesine doğru akıp gitti…

Latest posts by Nabi Çömez (see all)

Bu yazı yorumlara kapalı.