Gemiciler
-Eski Korsan Hikâyeleri-
-Baskın-
Vardiyada nöbetçiyim… Enginlerde mavî gece.
Deniz giymiş yıldız pullu bir atlastan ferace.
Bütün beyaz yelkenlerle kanatlanan
Gemimizde genç ve serin bir uçuş!
Dalgalarda değil “ceylan”;
Bizim gemi şimdi kuş!
Bizim gemi “Akdeniz”in kartalı.
Bağrı bizden çok yaralı
Koca yiğit bizim gemi
Öz dostumuz değil mi?
*
Nihâyetsiz bir dumanlı mavilik!
Sanki rü’ya ülkesine girmiştik.
Ufuklardan yağan sisli bir gümüş
Enginlerin kucağına dökülmüş.
Gökle deniz
Birbirinden belirsiz!
Bakışların kaybolduğu “Akdeniz”de
Bu gece biz, yalnız biz!
Yalnız bizim gemimiz!
Bizim gemi “Akdeniz”de, “Akdeniz”in kalbi bizde,
Deniz bizim kalbimizde!
*
Gökte ay
Bir sedef yay!
Tâ uzakta apansız,
Uçar gibi derinlere düşen yıldız
Çekilen bir altın ok!
Bilinmeyen bu avcının taliî’ çok:
Ok hedefi güzel buldu,
Denizkızı yüreğinden vuruldu.
*
Vurulan denizkızı!
Her süzülen dalganın
Şu sihirbaz yaldızı
Işıklar senin kanın.
Kanımızı sen de, biz de
Adamışız dalgalara.
Öleceğiz “Akdeniz”de,
Göğsümüzde aynı yara.
*
Uçuyorken böyle bizim “deniz ceylânı”
Keskin gözüm tâ uzakta gördü düşmanı.
Korsan gözü uzakları yakın görmeli.
Gördüğüne uzanmalı korsanın eli.
Bu gördüğüm Venedikli bir kadırgaydı.
Hemen gidip uyandırdım “Gamsız” Reisi,
Dedi:
– “Sensin levendlerin en kısmetlisi!
“Geçende bir gelin aldın Venedikliden;
Bu gece de kaynananı ele geçirsen!”
Bizim Baba “Gamsız” Reis candan adamdır.
Biraz güldü… Sonra sesi dolgun ve ağır;
– “Git karınla bir helâlleş! N’olur, ne olmaz.
“Kavgadır bu, haydi çabuk!.. Vaktimiz pek az!”
Bu son sözler, bilmem neden, bana dokundu.
Ah, o sırma saçlım için sevgi coşkundu…
Sevgimizle dalgaların kucağındaydık.
Rü’ya gibi zamanları bûseyle saydık.
Of, onunla helâlleşmek! Bu ne acıydı!
Hem cesâret verici, hem ağlatıcıydı!
Dedim ki:
– “Ey aşkı için can adadığım!
“Boş kalırsa bu geceden sonra yastığım…”
Dedi:
– “Benim de yastığım boş kalır, inan!
“Toprak olsun, dalgalarda seni bulmayan.
“Fakat keşke görmeseydin ufukta gemi!
“Ah, o gemi kaçsa, daha iyi değil mi?”
Anlıyordum sevgilimin neydi maksadı:
Aşkım ona Venedik’i unutturmadı.
Biliyordum ki ben ölsem, o yaşamazdı.
Venedikli kanına da yaklaşamazdı.
– “Sakın!” diyordu, vurulma! Vurma pek de çok!
“Haydi, şimdi git, kalbimin tahammülü yok!”
Anlatılmaz bir yanıklık çöktü gönlüme.
Gözyaşımı şebnem ettim nazlı gülüme.
Bu geceki savaşta bir tat bulmuyordum.
“Korkak mıyım, yoksa?” diye kendime sordum!
“Serdengeçti” korsanında korku olur mu?
Venedikli kaltabandan hiç korkulur mu?
Hemen çıktım güverteye… Herkes hazırdı.
“Gamsız” Reis benimle üç levend ayırdı.
İp sarkıtıp gürültüsüz, atladık suya,
Gâfil düşman pek dalmıştı, belli, uykuya.
Dişlerimiz arasında birer yatağan,
Dördümüz de yüze yüze hiç yorulmadan,
Venedikli gemisine yanaştık…
Kulak verdik, çıt yok!. Bunu anlar anlamaz,
Belimize sardığımız kancalı ipi
Küpeşteye fırlatarak, örümcek gibi,
Bir lahzada yukarıya tırmanıp çıktık.
Biz oyunun yarısını almıştık artık.
Davlumbazın kenarında kıvrılıp yatan
Nöbetçiyi, uyanmaya vakit kalmadan,
Arkadaşım “Yağız Mehmet” haklayıverdi.
Pupa yelken yakınlaşan Ceylân’a şimdi
Boynumdaki su geçmeyen meşîn keseden
Çıkardığım kavı çakıp salladım hemen.
Bizim gemi şimşek gibi gelip yetişti.
Artık bundan sonrası pek sade bir işti.
Yanaşırken bordaların çarpışmasından,
Uyandılar, ambarlarda sarhoş uyuyan
Venedikli çelebiler, karmakarışık…
Acele yok, efendiler, pek açık saçık
Yukarıya fırlamayın; hava keskince!
Kellenizi rüzgâr kapar çünkü bu gece.
Doğrusu ya, rüzgâr hayli kelleler kaptı;
Venedikli beylerine çok işler yaptı…
İçlerinde ustalıklı çarpışanlar var;
Kılıçları kurnaz!.. Fakat bu neye yarar?
Herifler de din kuvveti yok, yürek çürük!
Hey koca Türk; tanrısından kuvvet alan Türk!
Cengin artık en keyifli, kızgın demiydi.
Vuruşmanın en ateşli deminde mi idi,
Bilmiyordum, nasıl oldu? Nasılsa birden,
Ambarlarda yangın çıktı şafak sökerken.
Vay canına emeğimiz boşa gidecek!
Bu savaştan kazancımız olmasa gerek!
Ne anladık öyleyse baskın etmekten?
Söndürmeye çok uğraştık.. .Fakat felekten,
Bir nasîbin yoksa kuzum, olmaz vesselâm!
“Zafer” sana râm olsa da “kısmet” olmaz râm!
Aman, dedik, bari bizim gemi yanmasın!
– “Açılalım!
Dedi Gamsız Reis,
Bırakın,
“Mal kaydına fazla düşen cânından olur:
“Ceylan bizim cânımızdır; hesap sorulur.
“Yarın Paşa kapısında… Haydi alarga!”
Zâti düşman kırılmıştı, bitmişti kavga.
Enginlerin tan yerinde doğdu kızıl gün.
Bir erguvan yangın oldu sularda bütün.
Venedikli gemisinin ateşleriyle
Tutuyorduk biz güneşe kanlı meş’ale.
Kaptanının kellesini “cunda”ya çektik.
Limanlarda bunu halka gösterecektik.
Ta ki herkes bilsin yine, anlasın yine:
“Akdeniz’i geçirmeyiz” yâd ellerine.
“Orsa alabanda” ettik bizim Ceylan’ı.
Ateş çünkü sarıyordu şimdi her yanı.
“Forsa”ları kırbaçladı “Vardiyan Hasan”.
Kımıldamaz bu miskinler dayak atmasan.
Venedikli gemisinden açıldık biraz.
Alevleri okşuyordu bir ince poyraz.
“Akdeniz” bir Türk gelini, zafer duvaklı…
Güneş gökte bir şehsuvar, altın mızraklı…
Dalgalarda vardı nârîn gülümsemeler;
Bizim gemi dalga beyi, bir er oğlu er!..
Bir de baktım: Güverteye sevgilim çıktı,
Dudakları solgun, gonca benzi kaçıktı.
Hemen koşup dedim:
– Niye çıktın yukarı?
– “Çok şükür ki seni bana bıraktı Tanrı.!”
Koklayarak kâkülünün sünbüllerini,
Koklayarak öptüm samur kâküllerini.
– O ne? dedi, omuzundan mı yaralandın?”
Sahi bunu görmemiştim: boynuma yakın
Derince bir çizgi vardı; akıyordu kan.
Sırmalı bir çevre çekip pembe koynundan
Bir sevgili anne gibi yaramı sardı.
O’nun beyaz ellerinde her şifâ vardı.
Bu anda bir ses işittim:
– “Hey kabadayı!
Venedik’in en güzeli – Leonora’yı,
“Bizden alan sen misin be?..”
Bu ses tutuşan,
Çatırdayan Venedikli kadırgasından,
Geliyordu; dönüp baktım: kıç güvertede
Bir kılıçtan arta kalmış uğursuz!.. Ben de
Susarmıyım? Cevâp verdim:
– Benim, ne var ki?
– Al öyleyse!
Deyip çekti,
Bu bir… Bu iki!”
İki defa uğuldadı çifte piştovlu.
Vızlayan bir kurşun sordu ensemden yolu!
Öbür kurşun? Onu sorma! Bir “ah!” işittim;
Sevdiğimi düşmüş gördüm; “ah! dedim, bittim!”
Demir elli felâketten yemiştim tokat!
Beynim döndü; inanmamak istedim… fakat,
Yerde cansız yatıyordun, ey gül fidanı!
Baharında soldurdun mu nazlı goncanı?
Göğsündeki yara hâin bir kızıl güldü.
Ey canımdan tatlı gülüm, kanın döküldü.
Ellerimle kapattıkça kanardı yaran;
Ellerimi yakıyordu yarandaki kan.
Menekşeler solarken göz kapaklarında,
Kirpiklerin gölge vermiş yanaklarında.
Pembe sedef tırnaklarla süzülen, nârîn
Parmakların, ah o ipek billûr ellerin
Soğumuştu vücûdunun donmuştu kanı.
Yerde cansız yatıyordun, ey gül fidanı!
Gördüğümde yalan demek isterdim… fakat
Demir elli felâketten yemiştim tokat!
Parçalanan kalbimdeki iniltilerle
Uğuldarken beynimde bir siyah zelzele,
Ah, ağladım… Bütün aşkım bu gözyaşları
Gözyaşları, ey gönlümün mâtemdaşları!
Öpüyordum solan küçük dudaklarını…
Haram olsun böyle kara günün yarını!..
Hançerimi çekip dedim: – “Ey aşkına can
Adadığım sevgili! Ben senin aşkından
“Ayrılamam; ölüm seni yalnız almasın!
“Boşa giden bir kurşunun hakkı kalmasın!”
Yanık bağrım üzerinde kuvvetle kalkan
Sağ elimi indirmeye bulmadım zaman;
“Gamsız” Reis hançerimi aldı elimden,
– “Öç almadan geberirsen erkek misin sen?”
Bütün kanım ateş oldu damarlarımda.
Öç mü dedin?.. Yakarım da, parçalarım da!
Hemen döndüm boğmak için mel’ûn katili;
Ben intikâm içkisiyle olmuştum deli!
Fakat yazık! Boştu bütün denizin yüzü,
Gördüm ancak dalgalarda yanan gündüzü!
Venedikli kadırgası batmış idi eyvah!
Sular bütün macerayı saklamıştı, ah!
Kalan yalnız sendin, ey yâr, ey ölen melek
Revâ mıdır ölümünden sonra ölmemek?..
Ah, ağladım… Bütün aşkım bu gözyaşları!
Gözyaşları! Ey gönlümün matemdaşları!..
Budapeşte, 2 Kanûn-i Sâni (Ocak) 1918
Enis Behiç
[Hazırlayan: Şefik Memiş]
Bu yazı yorumlara kapalı.