"Enter"a basıp içeriğe geçin

Güne Notlar

ANLATMAK

Kuşkusuz kuşlar uçtu, ben görmedim. Yol uzundu. Adımlarım kısa. Vakit dardı. Nefesim yeter miydi? Pırasa bileklerim taşır mıydı onca yükü? Bilemedim. Sadece yürüdüm. Bir de nefes aldım ve verdim. Sonra tekrar ettim bunu. Tekrar. Tekrar. Başkaca hiçbir şeye teşebbüs etmedim. Her şey böylece geçti gitti.

Rutine halel gelmedi. Hangi yara geçmişti ki sanki? Peki ya giden ne idi? Niye gidiyordu? Yok olan, kaybolan, bir daha avuçlarıma değmeyecek, bir daha ben olmayacak şey neydi? Sahiden öyle bir şey var mıydı ki? Hepsi bir uydurmadan mı ibaretti. Bir düş müydüm yoksa?

Şu anda sorular katar katar kafamdan geçerken bir düş kırıklığına uğramaktan ziyade kendimi düş kırıklığının ta kendisi olarak görüyorum. Beni ben yapan fakat bana mahsus ne kadar özelliği olsa bile benden ibaret olmadığını daha doğrusu olamayacağını zannettiğim düş kırıklığı hakkında üç beş kelam etmek istiyorum.

Kim bilir belki de bu beni susmaktan kurtarır. En azından kendime karşı susmaktan. İçimdeki kelime makinesinin mütemadiyen ürettiğini kâğıt üstünde görürsem ne menem bir şeyle karşı karşıya olduğumu anlayabilirim.

BİR SUSKUNLUK

“Seni seviyorum” diyemeyince bir suskunluk giriyor aramıza. Bakışlarımı senden uzaklaştırıp odanın alakasız köşelerine yöneltiyorum. Fakat bu umurunda bile değil. Kayıtsızlığın beni çaresiz bırakıyor. Gitmek istiyorum. “Kapıyı çarpıp defolmak ve ayaklarıma kara sular inene dek “diye içimden cümlemi kurmaya başlıyorum fakat henüz devamını uydurmamış olduğum için çuvallıyorum. Sanki benimle aynı odada hatta aynı gezegende bile değilsin.

Boşalan bardağıma sürekli çay boca ediyorsun. Sana “Daha fazla istemiyorum” diyemiyor ve kaçıncı bardak olduğunu bilmediğim çayı yudumluyorum. “Sen kendine istediğin kadar çay al” deyip odadan çıkınca yüzümü rahatça asabiliyorum. İçeriden su sesleri gelirken teybe Teoman’ın kasetini koyuyorum. “ Yazdan kalma bir günden / Ya da “ Çölde Çay “ filminden / Bir sahne var aklımda, oyuncular sanki biziz “. İçerden yine mi Teoman diyorsun. Duymamış gibi yapıyorum. “evet, yine o” desem duyacak mısın sanki. Nasıl olsa konuşuyor işte diye geçiştirdiğin bir diyalog olacak işte.

Sen yoksun ya rahat rahat mırıldanıyorum. “Konuşulmamış ne çok şey var aramızda.” Duymayacağından yahut hiçbir şeyden şüphelenmiyeceğinden emin olmak için her ihtimale karşı yine de fısıldayarak kuruyorum cümlemi. Adeta dişlerimin arasından sızıyor kelimeler.

SÜKÛTUN GÜCÜ

Deniz kıyısında yürürken lodos başladı. Bulutlar yaklaşan yağmuru haber veriyorlardı. İkisi uzun uzun sustular. Sessizlikleri hiç de tekin değildi. Bir saattir göz göze bile gelmeye cesaret edememişlerdi. Sanki sahilde tesadüfen yan yana yürüyor gibiydiler.

İkisinin arasındaki tek ortak nokta martıların çığlıklara aldırmamalarıydı. Ancak okuyucu da gayet net bir şekilde takdir eder ki bu öyle dışarıdan bir bakışın farkına varabileceği bir özellik olmadığından yazarın kurgu gereği hakkında cümle kurabileceği bir durum değildi.

Sükût, gücünü ilk cümleyi söylemeyi karşı tarafa bırakmalarından alıyordu ve öyle bir abanmıştı ki ikisinin de üstüne nefes alacak derman bırakmıyordu.

UYANIŞ

Tamamen uykusuz geçtiğini sandığı bir gecenin karanlığından sonra nasıl aydınlandığını fark etmediği bir sabahın içine gözlerini açtığında fanilası terden sırılsıklamdı.

Suavi Kemal Yazgıç
Suavi Kemal Yazgıç

Latest posts by Suavi Kemal Yazgıç (see all)

Bu yazı yorumlara kapalı.