"Enter"a basıp içeriğe geçin

Haşim’in Türk Resmiyle İştigali Üzerine Notlar

1-
Şiirimizin önemli isimlerinden Ahmet Haşim Sanayii Nefise’de, bugünkü Mimar Sinan Güzel Sanatlar Fakültesi’nde uzunca bir dönem hocalık yapmış; mitioloji, sanat tarihi, estetik gibi alanlarda dersler vermiş. Haşim, Sanayii Nefise’de başladıktan sonra hayatının sonuna kadar burada hocalığa devam ediyor. Bu zaman zarfında birçok ressamla tanışıyor, bir kısmıyla yakın arkadaşlıkları oluyor. Hoca Ali Rıza, Mehmed Vahit Bey, Ahmet Ziya Akbulut, Feyhaman Duran döneminin ressamlarındandır. Yazılarının bir kısmı resim eleştirileri üzerinedir. Resim sanatı üzerine izlenimlerini kayda değer bir eleştirmen yahut izleyici sıklığıyla olmasa da zaman zaman kaleme alıyor. Ama bu eleştirel yazılarını topladığımızda dikkate değer bir yekun ortaya çıkmaz. Yazılarında genel olarak ise o dönemin resim sanatı, ressamları, resim eğitiminin gelişimi ve ilerleyişi hakkında yaklaşık bir bilgi edinebiliyoruz. Mektuplarında makalelerinde döneminin resim ustalarına, resim atölyelerine, öğrencilere, sergi salonlarına değinileri vardır.

2-
Haşim’in bilinen 92 şiiri var. Şairimizin sembolizm ve özellikle de izlenimcilik akımı çerçevesinde süren şiirlerinde renklerin önemli yer tuttuğunu görürüz. Edebiyatımızda ‘Akşam Şairi’ olarak bilinen Haşim’in, sesin, müziğin öncelikliğiyle oluşturduğu sanatında insanı anmaktan ziyade tabiatın görüntülerinden etkilenmesi dikkat çekicidir. Bunu ruhunun doğasıyla iyi tasvir edebilmesi ise şairin o dönemde özellikle sembolist anlamda biricikliğini göstermektedir. Şiirlerinde tabiatın görüntülerine sıklıkla yer vermektedir; akşama ve geceye uygun renkleriyle genel olarak solgun ve gölgeli atmosferleri tasvir eder. Özellikle akşam kızıllığı, sonbahar mevsimi tasvirleri belirgindir. Kızıl gün batımları, sararmış yapraklar, ay ışığı altındaki doğa, loş karanlıklar onun şiirinde görünen başlıca betimlemelerdir. Öncelikle turuncu, ardından kırmızı, sarı; ardından mavi ve yeşil şairin tercih ettiği renklerdir. Şiirde tasvirlerin yanı sıra anlaşılmaktan ziyade duyulmayı ön plana çıkarır, müzikaliteye önem verir.
Ahmet Haşim’in resme karşı merakı vardı. Resim denemeleri yapmış, yaptığı bir eskiz denemesinde (oturan figür) resmin temel unsurlarını içeren ölçülerde yetenek sahibi olduğunu göstermiştir. Haşim, resme bakmayı sever. O günün kısıtlı resim sanatı şartlarında bir sergiyi defalarca gezer, ressam dostlarının atölyelerine gider, resim çalışmalarını yakından inceler ve onlarla resim konuşur. Sanayii Nefise’de hocalık yaptığı sıralarda yazdığı mektup ve makalelerde resimde yenilenme, tekrara düşmeme, değişim gibi hususlarda eleştiriler yapar. Haşim’in resim sanatımızla ilgili izleyici, inceleyici ve eleştirici olduğu dönem dikkate alındığında, Türk ressamlarının resimle iştigalinde henüz kayda değer bir zaman geçmemişti.

3-
“Gözüne görüneni, gördüğü gibi, levhasına geçirmekle iktifâ eden bir ressamın eseri, dikkatsiz bir seyirci için, âdât-ı rü’yeti rencide edecek kadar bozuk ve acemice görünür.”
Ahmet Haşim resim eleştirilerinde realist ve fotografize resim çalışmalarının kıymetsizliği üzerinde durduğunu, esas sanatçının ışığı, rengi ve biçimi yepyeni ifadelerle yansıtabilmesi gerekliliğini savunur. Kısa resim tarihimize baktığımızda, bu, gördüğünü olduğu gibi yorumsuz yansıtma hususunda ressamlarımızın olduğunu görürürüz. Bir grup ressamın peyzajları vardır ki bugün resim sanatı söz konusu olduğunda adları anılmaz. Bu ressamlar peyzaj ressamlarıdır. Yaptıkları İstanbul manzaralarını padişaha sunarlar ve genellikle padişah bu resimleri alır. Figüratif resimleriyle resim tarihimizin en ünlü isimlerinden olan Osman Hamdi bu doğrultuda resimler çalışır. Ahmet Haşim’in Osman Hamdi için direkt bir eleştirisi yoktur ancak eleştirel yazılarında Osman Hamdi tarzında fotograftan çalışan ressamların ehemniyetsizliğini dile getirir. Osman Hamdi, figürlerini fotograflardan kareleyerek tuvaline aktarır ve güçlü ışık, belirgin renk canlılığıyla resmeder. Ekol-üstad niteliği taşımasa da resim sanatının gelişmesinde büyük atılımların önemli ismidir. Osman Hamdi ve sonrasında, ressamlarımızın Batı etkisinden ayrışan güçlü bir üslup, belirgin bir farklılık göstermeleri de mümkün olmamıştır. Netice itibariyle resimde halaç pamuğu gibi fırçanın, boyanın, hayalin ulaşamadığı tek bir kerte yoktur. Bizim ressamlarımız o dönemde Paris atölyelerinde gördükleri eğitimle bir nevi öğrenciliklerini iki üç kuşak sürdürmüşlerdir. Bu adaptasyon döneminde, Haşim’in izleyici ve eleştirel yazılarını yazdığı dönemde, henüz onun deyişiyle “Ressamlarımızın eli henüz o sularda ıslanmamıştır.” Yani öğrenciliğin kayda değerin ötesinde özgün eserler ortaya çıkmamıştır. Birbirinin tekrarı gibi devam eden eserlerin temelinde aynı atölyelerde eğitim görmeleri ve resimde öncemizin olmamasına şöyle değinir:
“Maamafih ressamlarımızın bir heyet olmak itibariyle gösterdikleri tesânüde mukabil, eserlerinin aynı oda ziyasında durabilecek kadar ayrılık gösterememesi bence resmin bizde yeni başlamış olmasıyla kabil-i izahtır. Şiir gibi bizde resmin şeceresi uzun değildir. Aktörün bizde babası Karagöz ve ressamınki “hattat”tır.”
“Türk ressamı henüz ya hoca veya şâkirttir. “Hoca”yı “üstad” mânâsına kullanmıyorum. Kasdettiğim mânâyı titiz bir sarf hocasının zihniyeti ifadeye kâfîdir. Bazı istisnalar hariç kalmak üzere, sergide görülen resimlerin hemen cümlesi bir mektep atölyesinin hevesinde vücut bulmuş hissini vermektedirler.”
“Biliyorlar ki gülün rengi pembe, horozun ibiği kırmızıdır; su ve semâ mavi, ağaçlar ve çemenler yeşil, dağlar uzaktan lâcivert ve insan çehresi yakından sıhhatte oldukça kırmızıya meyyal bir pembedir. Bu hususta onların hemfikri siz değilseniz, onların hemfikri “nebâtât”, “hayvânât”, “kimya” ve “hikmet”tir. Fenn-i tersîmin bütün kaideleri sivri uçlu keskin bıçaklar hâline gelerek ressamlarımızın yoluna dikilmiş ve yürüyüşlerini ateş üzerinde bir raks hâline getirmiştir.”
Eleştiri yazılarında ressamlarımızın kendi tarzlarını oluşturamadığını, ayrıca şarklı olma farklılığını çalışmalarında resim üslubu ile belirginleştiremediklerini, ancak işledikleri konu itibariyle şarkî resimler yaptıklarını, ne ki bu hususta (konu seçimlerinin ötesinde) bir mesafe katedemediklerini dile getirir.
“Ressamlarımız resmin böyle bir lisan olduğundan henüz haberdar görünmüyorlar. Şahsî ve hususî olmayan ressamlarımız, acaba, sanatları itibariyle, yerli yani şarklı mıdırlar? Zannetmem. Türk ressamı olmak için cepkenli zeybek, kitap okuyan hoca, cami içi manzaraları, Karacaahmet, Topkapı’da türbe ve Haliç gurubu tersîm etmek kâfi gelir mi? Zannetmem. Bir Amerikalı ressam, gördüğünü resmetmek şartıyla, Ayasofya’nın muazzam eb’âdını Şevket Bey’den başka türlü tersîm etmez.”
Sert ve küçümseyici eleştirilerden de kaçınmaz. 19. yüzyılın sonlarında ve döneminin ressamları içerisinde henüz Paris atölyelerinden öğrendiklerinin ötesinde sanat değeri anlamında kayda değer kazançlar sağlanmamışsa da üslup belirtileri oluşturmaya yönelmiş ressamlarımız mevcuttur.
“Ressamlarımız, bir nevi adaptasyon devresindedirler. Adaptasyon, şu Dârülbedâyi’in henüz konuşmağı bile iyi beceremeyen aktörlerine bir hafta içinde müellif olmak, bir alkışlanan müellif olmak imkânını bahşedecek kadar harcıâlem olan adaptasyon.”

4-
Türk resminin yeniliğine değinirken de birçok ressama olumlu ve olumsuz eleştiriler yapmıştır. Bu değinilerde ressamlarımızın araştırma, yenilenme, değişim, yeni konular gibi kaygılarının olmaması eleştirilerinin en önemli boyutudur. Takip ettiği sergileri anlatırken, resimleri önce tarif ederek eleştirir ve genel kanı olarak ressamlarımızın adaptasyon evresinde oluşuna dile getirir.
Haşim’in ressamlar ve resimleri hakkındaki yazılarına baktığımızda teknik bir bakış, ileri bir resim bilgisi görmüyoruz. 1920 Ağustos’unda açılan Galatasaray sergisi hakkında şöyle bir giriş yapmaktadır:
“Galatasaray mektebinde açılan resim sergisi hayatımızın son günlere ait mühim vak’alarından biridir. Bu ehemmiyeti diğerleri muhtelif makalelerde layık olduğu vechile anlattılar. Onun için bunu burada tekrar mevzuıbahs etmeği lüzumsuz addederim.
Bu sergiyi açıldığı tarihten beri muhtelif gün ve saatlerde dört defa ziyaret ettim:
Umûmî resim sergileri arı kovanları gibi ruhların küme hâlinde yaşadığı yerlerdir. Buralarda, porselenden bir vazoya hapsedilmiş şeffaf kanatların çarpınırken yaptığı gürültüye benzer derin ve mânevî bir uğultu vardır ki bu, renkli ve parlak birer böcek halinde tasavvur ettiğim ressam ruhunun sergi havasında yaptığı uğultu olsa gerektir; yağlı ve rengârenk ruhlar ki fecre, guruba, suya ve ziyaya dâir birçok şeyler anlatmak üzere her yeni gelenin havasını birden çevirdikleri için sesleri birbirine karışarak anlaşılmaz bir zemzeme hâlini alıyor ve bunun içindir ki zâirin levhalar karşısındaki gezintisinden aldığı ilk tesir ruhta bir boşluk ve başta bir dönmeden ibaret kalıyor.”
“Hayır, şüphesiz ki ressamlarımız âmâ değildir. Nasıl olsunlar ki onlar ne kulaktır, ne burundur, ne ayaktır; fakat yalnız, hayata, ziyaya ve esrâr-ı havaya doğru açılmış birer çift gözdür. Fakat bu gözün şu şâyân-ı hayret noksanı vardır ki ressamlarımız onunla, mümkün değil kendilerini görmeğe muvaffak olamıyorlar. İşte bu itibarla ressamlarımız Körler’in o hazin eşhâsı gibi yolları, istikametleri, gölgeleri, su ve kuşları, çıkılacak ve girilecek yerleri kendilerince külliyen meçhul olan ruhlarının ormanlarında bocalayıp duruyorlar.”
“Gözlerini lüzumsuz gözlükler gibi kutuda hıfz edip ceplerinde taşıyan ve nazariyat-ı sanatın gözlüğünü “göz” diye kullanan ressamlarımız çoktan tekniğin esasen dar olan hududuna vardıkları için senelerden beri yeni bir adım atmış değildirler. Geçen gün, sergiyi gezerken, birden kendimi on sene evvelki bir resim sergisinin rüyasını görüyorum zannettim.”
Ressamarımızın tabiat ve insan üzerindeki gerçeklikleri tuvale dökememesi, aksine yapay ifadelerde tekrar etmeleri (yüzlerce yıllık tarihi olan yağlıboya tekniğinin batıdaki muhteşem ilerleyişine rağmen) sanatçılarımızdaki yetersizliğin bir türlü olumlu yönde ilerleme görülmemesi Haşim’in dikkate değer eleştirilerindendir.
Bizde resim sanatı 1800’lerin ikinci yarısında Avrupa eğitimi ve Türkiye’de Osman Hamdi’nin atılımlarıyla büyük ivmeler kazanıyor. Yirminci yüzyılın başından itibaren de resme alaka yükseliyor. Sanatçı sayısı artıyor. Atölyeler, resim sergileri, gruplar çoğalıyor. Resim eleştirileri ise ancak bir kaç kalemden ibaret. Bunlardan biri olan Ahmet Haşim, eleştirileriyle Türk Resim Sanatında pek anılmaz. Bunun genel sebebi Haşim’in edebiyat alanında daha çok üretmesi ve özellikle şiirdeki baskın eserlerinin dikkate alınması ve diğer çalışmalarının yeteri kadar bilinmemesi. Bununla birlikte resim eleştirmenliğinde teknik eleştiriye yer vermemesinin eksikliği; eleştiri metinlerinin azlığı ve resim sanatı alanında eleştiri geleneğinin yetersizliği gibi nedenler de ileri sürülebilir.

Latest posts by Bünyamin K. (see all)

Bu yazı yorumlara kapalı.