"Enter"a basıp içeriğe geçin

Kengerin Dört Mevsimi

Yayladayız, kırmızı topraklı, buz mavisi kayalıklı Torosların kuş uçmaz, kervan geçmez dağ aralarında, taşlı kıraç koyaklarda… İki kardeş oğlak çobanıyız. Çoban dedimse söz misali; benim yaşım yedi, kardeşim beş, bilemediniz altısında. İkimiz de oyun çocuğuyuz. Saatlerce oyuna dalıp keçiyi oğlağı kaybettiğimiz çok olmuştur.
Bizim için ilkbaharın beslenme çantası taze kengerdir bu kimsesiz yaylalarda. Ama önce dayanıklı, düzgün bir değnek üretmeliyiz. Tercihan pelit ağacından olmalıdır. Kış boyu biteviye, bitmeyecekmişçesine yağan yoğun kara, dinmeyecekmişçesine esen şiddetli poyraza dayanamamış ve dalından kopmuş, bahara kadar kurumuş bir pelit dalı iyidir, sağlamdır. İdeal uzunluk; elli, yetmiş santimetre olmalıdır.
Üzerinden o kadar kış geçmiş, kar yağmış, yağmur yağmış, rüzgâr esmiş olsa bile biz gene de bulur çıkarırız henüz yeşili bile görünmeyen taze kengeri. Geçen seneden kalan küçük bir dal, bir yaprak parçası illaki kalmıştır toprağın yüzeyinde ve sanki doğrudan kenger göbeleğini işaret eder. Bu yıl da gene aynı noktadan çıkacağını bilir kengerin leziz tadını alan ehil kişiler. Bunu bu dağların doğurup büyüttüğü Yörük çocuklarından daha iyi kim bilebilir?
Sonra bulduğumuz dümdüz değneği baştan ayağa dalından budağından arındırmalı, budamalıdır. Ucunu itinayla yontmalı, keserle, nacakla, bıçakla… Artık elde ne edevat varsa onunla.
Keser benim elimde, değnek küçük kardeşimde. Bulduğumuz değneği bir kütüğe diklemesine koymuşuz. O tutuyor, güya ben de yontacağım. Ben keseri değneğin ucuna vuruyorum. Ama her vuruşumda, değnek bir yana, kardeşim bir yana fırlıyor. Sıkı tutması lazım ki ucu pürüzsüz bir şekilde yontulmuş olsun; aksi halde işe yaramaz. Toprağa saplanması, kengeri bütün halinde, rampasından fırlayan füze misali çıkarması önemlidir. Pürüzlü değnek, tavlı toprağın içindeki nimeti pürüzlü çıkarır, çamura bulanmış çıkarır. Biz el değmemiş bu dağların otunu, çamurunu da yeriz. Ama bu mevsimde taze kengerin lezzetini başka bir şeyle karıştırmak istemeyiz.
Kenger çivisini sıkı tutması için ne kadar ısrar edersem edeyim, ne kadar kızarsam kızayım, nafile. Ben keseri vurunca avucunun içindeki değnek elini acıtıyor olmalı ki, bir türlü istediğimiz gibi yürümüyor iş. Belki saatlerimizi alıyor bir değneği istediğimiz şekilde yontup düzeltmek, işe yarar hale getirmek.
Bu çivi daha sonra çiğdem için de kullanılacaktır, davara, oğlağa dal çırpmaya da yarayacaktır.
Keçinin oğlağın nereye gittiği, kimin tarlasına girdiği, kimin ekinine zarar verdiği kimin umurunda? Bizim aklımız fikrimiz doya doya oynayacağımız oyunda, baharın bereketiyle geldiği, tavlı tarlaların anne şefkatiyle önümüze serdiği yenilebilir otu kökü bulup iştahla yemekte.

***

Tıktık böcekleriyle oynadığımız yankılanım oyununu, kulak içinde oluşan o akustiği saatlerce dinlemek ne hoş olurdu. Böceğin gövde bölümünden itinayla tutar, baş kısmı kulağın içine doğru sokulur. Küçük böceciğin başını oynattıkça çıkardığı ses kulağımızın içinde büyür, çoğalır, farklı bir atmosfere sokardı bizi.
Kabuk yapısı kaygan olan tıktık adını verdiğimiz böcek minicik ayaklarıyla ve baş hareketleriyle kendisini ileri doğru iter ve bazen kulağımıza kaçardı. O dakikadan sonra nasıl dayanılmaz bir işkenceye dönerdi oyunumuz anlatamam. Saatlerce de onu çıkarmak için uğraşır dururduk. Hiçbir şekilde çıkarmamız mümkün olmaz, büyüklerimize de söyleyemezdik yaptığımızı.
Allahtan, gece uykumuzda çıkar gider de kendiliğinden kurtulurduk elimizle içine düştüğümüz işkencemizden.
Gecenin gözünü seveyim. Görmemizin istenmediği, ama gündüz olunca illaki baktığımız ve illa ve inadına gördüğümüz şeyleri göstermemek için usulca gelir örter gündüzü.
Tıktık böceklerinden kurtulmamız için karanlığın çökmesi, davarın oğlağın ağılına girmesi, keçi koyun melemelerinin dinmesi, çan seslerinin, köpek havlamalarının susması, kurdun kuşun, börtü böceğin yuvasını bulması için gelir gece. Olmaması gereken yerde olanlar da bu sessizlikten istifade çıkar gider, biz de o da kurtulurdu.
Bahar geçer, karlar kalkar, havalar ısınmaya başlar. Elimizden tazeyken kurtulan kengerler de artık toprağın yüzüne çıkmış, kendisini göstermeye başlamıştır. Boyunun on beş yirmi santim, kalem misali olmasını bekleriz bu defa.
Şimdi artık sıra çakılarındır, bıçaklar bilenir, keskinleştirilir, sapları sağlamlaştırılır, bakımları yapılır. Kenger dikenlerinin taze fideleri köküne yakın, toprağın üstündeki bir noktadan özenle kesilir, bu sütlü çubuğun kabuğu itinayla soyulur ve iştahla, afiyetle yenilir.
Ve artık güz gelir, ahlat ağaçları meyvelerini kimi sarı, kimi siyah ama hep bal tadında olgunlaştırmıştır.
Bu kez de bir şekilde genç kenger avcılarının elinden kurtulmuş olan devedikenleri meyveden tohuma durmuş ve tohumlar kurumuştur. Tohumlar bir torbaya çırpılır, toprak fırınlarda kavrulur, dibeklerde dövülür, dövülür. Kenger tohumu dövüldükçe Kış gelir.
Kenger bu kez de kahve olmuş, uzun kış gecelerimizin başköşesine kurulmuştur. Kahve büyüklerimizin ağzına lezzet, sohbetine yaren olmuştur.
Unutulmaz kış oyunlarımızın, anlatılan destanların, masalların başkahramanı, ağır abisi olarak biz çocuklardan biraz yukarıda bir yerde kendisine ayrılan devasa otağında oturup hikâyelerin masalların ballandıra ballandıra anlatılmasına vesile olur.

Latest posts by Cemal Kılınç (see all)

Bu yazı yorumlara kapalı.