Kiralık insanlar her vitrinde birşeyler bırakarak geçtiler
Yumuşatıcı bir krem gibi sürerek günleri
Yanaklarındaki en son gamzenin kırılmasında
Avurtları şişene kadar durmadan bağırdılar
Ev sahibi takımın attığı golle yere yığıldılar
Cam balkonların önünde kenevir saksıları
Kağıttan evlerin bacalarında kederli dumanlar
Köy desen köy değil kasaba hiç değil
Siyahlar giyinmiş kadınların bohçalarında hüzün
Şehrin atılmış köşesinde iplik gibi eğriliyorken
Çöllerin kumdan künyesi boyunlarında sallanıyordu
Bir parça buğday yüzünden cennetten kovulmuştu dedesi
Çıplaklığını örtecek bir dağ arıyordu kendine
Yeryüzü mağarasında kalakalmıştı öylece
Duvarlara vuran gölgeleri seyrederken
Kolundaki kelepçeyi çözecek ışığı bekliyordu
Vurulmuş o atın seyriyen bacağında
Kan yerine güneş akıyordu damarlarına göğün
Sonrasız bir ilkbaharın şişesinde atılmış
İlksiz bir cin gibi çıktı lambadan
Gözlerinde son bir atın kişnemesi kalmıştı
Sonra yelesini rüzgarda üç taksitle savurdu
Sıfatını yitirmiş isimlerle ismini yitirmiş sıfatlar arasında
Bitmeyen bir med-cezirdi dünya
Sonra merdivenden düştü ağır bir boşluğa
Kulağındaki tüm kemikler kırılmıştı
Kolu artık hiçbirşeyin kokusunu almıyordu
Gözüyle yediği tüm yemekler soğumuştu
Burnuyla baktı göğün yedi kat ötesine
Ayakları eskisi gibi atmıyordu artık
Kalbiyle yürürken jelatinli şehrin meydanına
Aklını unuttuğu yerde aramaya çıkmıştı
Latest posts by Mehmet Baş (see all)
- Hep Kirli Kalmak - 15 Ağustos 2018
- Hep Yanlış Adreslere Çıkıyor Yollarım - 6 Eylül 2017
- Hangi Rüzgâr Söndürecek Bu Ateşi - 3 Mayıs 2017
Bu yazı yorumlara kapalı.