"Enter"a basıp içeriğe geçin

Köy ve Şehir

Küreselleşen dünyada köylerden şehirlere göç hızlanmış, köyler canlılığını yitirirken şehirler birer cazibe merkezine dönüşmüştür. Artık dünya nüfusunun büyük çoğunluğunu şehirde yaşayanlar oluşturmaktadır. Köyden şehre göçün hızlanmasıyla birlikte gerek Avrupa’da gerek ülkemizde köy ve şehir arasındaki uçurum daha da büyümüş, eskisinden daha keskin bir ayrıma girilmiştir.

Özellikle ülkemizde son otuz-kırk yıl içinde köyden şehre göçün hızlanmasıyla birlikte;  şehirlerimiz sosyolojik ve kültürel değişime uğramış, şehirlilik ve yerliliklerini kaybetmişlerdir. Bunun sonucunda köy-kent çatışması başlamış, önce tepkiyle karşılanan arabeskleşme daha sonra toplumun kılcal damarlarına kadar girerek kabul görmüştür. Bu durum kültürel ve sosyolojik anlamda köy ve şehir olgusunun yeniden ele alınmasını zorunlu kılmıştır.

Köy, sözlükte yönetim durumu, toplumsal ve ekonomik özellikleri veya nüfus yoğunluğu yönünden şehirden ayırt edilen, genellikle tarımsal alanda çalışmak gibi işlevlerle belirlenen, konutları ve öteki yapıları bu hayatı yansıtan yerleşme birimi olarak tanımlanır. Sözlükte tanımlanan bu hayatı yaşayan kişiye de köylü denir. Bu bağlamda köylülüğü bir davranış, bir düşünüş biçimi olarak ele almak gerekir. Zira insanın yaşadığı yer onun davranış ve düşünüş biçimini etkiler. Toplumların yaşam biçimlerini gözlemleyen İbni Haldun, köy ve şehir arasındaki farkı görmüş ve sosyolojik tanımlamaya giderek,  toplumları Hadari (şehirlik) ve Bedevi (köylü) diye ikiye ayırmıştır. Bazı yazarlar İbni Haldun’un “Bedeviler (/köylüler, hadarilerden/şehirlilerden iyidir”  ifadesinden hareketle onun köylülüğü övdüğünü söyler. Oysa İbni Haldun’un bundan daha fazlasını söylediği yer vardır; örneğin “Şehirler asabiyetle kurulur ama asabiyetle yönetilemez” der. İbni Haldun’un bedevilerdeki bazı özellikleri övmesini genelleştirmek doğru olmaz. Zira O, bedeviler ahlakça hadarilerden daha üstündür, bedeviler medenileri daima yenerler, aralarında asabiyet fazladır, daha ahlaklıdırlar demesi, bir övgüden daha çok bir tespittir. Bunan anlamı şudur; şehir kurmak için asabiyet ve bedevilik, yönetmek için medenilik gerekir. Örneğin Rusların Afganistan’ı işgali sırasında aşiret/asabiyet savaşı verilmiş, Ruslar yenilgiye uğratılmış fakat ardından devlet kurulamamıştır. Çünkü Afganistan’daki güçlü aşiret ve asabiyet bağları devlet olmanın önünde en büyük engel olmuştur. Savaş boyunca İslam’ın cihat ruhu işlenmiş, bu savaşın kazanılmasında bu ruh önemli işlev görmüş ama iş devlet kurmaya gelince asabiyet öne çıkmış, bir devlet kurulmuş ama yönetilememiş ve ardından Amerika orayı işgal ederek eyalet valisi atamıştır.

Köy ve şehrin tarih boyunca farklı yaşam ve düşünüş biçimiyle birbirinden ayrıldığını görürüz.  Toprağa bağımlı insanın yaşam ve düşünüş biçimini toprak belirlediği gibi, şehirleşen insanın yaşam ve düşünüş biçimini de toplum belirler. Bu bağlamda köy bireyci ve bencil, şehir ise sosyal ve paylaşımcıdır. Köylü yaşamını sürdürmek için somut olan doğayla mücadele halindedir, şehirli ise devlet denilen soyut varlığın emrindedir. Köylü somut düşünür, şehirli soyut! Köylü elinde tuttuğu nesneye (toprağa, ağaca, hayvana) sahiptir, şehirli eliyle tutmadığı soyut varlıklara (çek senet, bono tahvil vs) sahiptir. Köylü doğal fakat vahşidir, şehirli bozulmuş fakat medenidir. Bu yüzden Güneyin dağ köyleri şehirleşmeyi “soysuzlaşma” olarak görürler.

Bütün ilahi dinlere baktığımızda, mesajlarına muhatap olarak şehirlileri aldığını görürüz. Peygamberlerin aynı zamanda şehir kurucu özellikleri vardır. Örneğin İdris şehir kuran peygamberdir. İbrahim ile İsmail Kâbe’yi inşa ederek Mekke’nin kurulmasına öncülük etmişlerdir. Süleyman koca tapınağını inşa ederken gerçekte Kudüs’ü kurduğunun bilincindedir. Peygamberimiz Yesrib’i yeniden imar ve iskân etmiştir. Görüldüğü gibi şehir olgusu dini anlamda önemli bir olgudur. Zira dinin en büyük amaçlarından biri insanı ehlileştirerek topluma faydalı bireyler haline getirmektir. Peygamberlerin hemen hemen hepsi şehirlerde doğmuşlardır. Örneğin Hz. İsa’nın Nasaralı olduğunu söylerler. Oysa Hz. İsa Nasara köyünde doğmuş değildir.  Kendisine on iki havari yardım ettiğinden dolayı Arapça yardımcılar anlamına gelen “nasara” adını vermişlerdir. Yardımcılar anlamına gelen Nasara, zaman içinde İsa’nın doğduğu yer anlamında kullanılmıştır. Oysa İsa, Nasaralı bir köylü olmuş olsaydı “köyden peygamber çıkmaz” sözünü söylemezdi. Eğer köyden peygamber çıkmıyorsa, İsa neden peygamberliğini ilan etmiş olsun.[1]

Köy şehir bağlamında baktığımızda İslam dininin tamamen şehir merkezli bir din olduğunu görürüz. İslam’ın beş şartından Namaz, cemaatle kılınır, özellikle Cuma namazlarının kılınabilmesi için o şehir şehir olması gerekir. Cuma ve bayram namazları köyde kılınmaz ve İmam Şafi’ye göre kırk kişiden az olmamalıdır. Yine zekât, toplumsal bir yardımlaşmanın ve dayanışmanın getirdiği bir emirdir, ancak devlet/vali tarafından toplanıp fakirlere dağıtılır. Hac ise Mekke ve Medine’de yapılan bir ibadettir. Görüldüğü gibi İslam en önemli rükûnları şehirle ilişkilidir. Peygamberimizin şehirle ilgili övücü hadisleri olmasına karşın, köyle ilgili herhangi bir övgüsü yoktur. Yine büyük insan Mevlana “Köyde bir gecesi geçen kırk gün kendine gelemez” diye yazar. Çünkü köy insanın ufkunu daraltır, şehir uçkunu açar. Meşhur bir deyimdir; “Küçük yerlerin ufku dar” olur diye. Köy asabiyet, şehir cemiyet demektir.

Köylülüğü barbarlık/vahşilik olarak ele alanlar vardır. Köyün zor yaşam koşulları, köylüleri vahşi doğayla mücadeleye iter. Bu anlamda köylüler yaşadıkları yer bağlamında güçlü olmak, cesur olmak, savaşçı olmak zorundadır. Savaş tarihlerine bakınız, en güçlü ordular köylülerden oluşmuştur.  Ortaçağ savaşlarında gerek haçlı gerek İslam ordularında talancı aşiretler en ön sırda yer almıştır. Bu anlamda köylülük barbarlıktır. Köylüler savaşçı olmasına karşın hiçbir zaman devrimci olamamışlardır. Köylüler savaşır şehirler devrim yapar. Köylerin devrim diye bir derdi olmaz çünkü. Köyün zor yaşam koşullarında temizlik kolay değildir. Bundan olsa ki, Latinler “Köy necistir” demişlerdir.

Ortaçağ Feodal Avrupa’sında köylüler derebeylerinin emrinde bir köle gibi yaşamışlardır. O yaygın tanımla “ilk gece hakkı” nın dahi derebeyinde olduğu bir zaman diliminde, köylüler özgürlüğünü ancak derebeylerinin ekonomik sıkıntıya düştüğü bir anda, onlara kursaklarından kısıp biriktirdikleri paraları borç vererek özgürlüklerine kavuşmuşlardır. Avrupa’da paranın (maddenin) bu denli kutsanması özgürlükle alakalıdır. Bir Avrupalı için özgürlük aynı zamanda madde/para demektir. Çünkü ataları derebeylerinden özgürlüklerini savaşarak değil, borç/para vererek almışlardır. Bu yüzden Avrupa’da “şehir havası insanı özgür kılar” fikri doğmuş, ardından atasözüne dönüşmüştür.

Köyün doğal ve kuralsız ortamından gelmiş bir köylüyü şehir havası neden özgür kılsın? Şehir havası kanun ve kuralları içerdiğinden insanı özgür kılmaz, bilakis özgürlüğünü sınırlar.  Çünkü şehir demek kanun kurallar bütünü demektir. Ama derebeyinin köleliğinden kurtulan köylüler, şehirlere akın etmişler, ancak şehirlerde özgürlüklerine yaşayabilmişlerdir. Çünkü onlar için köy kölelik, şehir özgürlüktür.

Dünyadaki radikal fikirler en çok köylülerin ilgisini çeker. Çünkü insanın yaratılış ve meşrebi neyse, ilgisi de o yönde olur.[2] Pısırık mıymıntı bir insandan bir kahramanlık beklenmediği gibi bir köylüden yumuşak ve zarif davranışlar beklenemez. Köylü doğal bir ortamla karşılaştığında ondan ne alabilirim diye düşünürken, şehirli bu doğal ortamı nasıl dönüştürürüm diye çabalar. Köylü çıkarcı ve kurnazdır. Duasını dahi bedava yapmaz; ancak toprağın yağmura ihtiyacı olduğunda duaya çıkar, tanrıyı düşünür. Şehir köye göre daha dindardır. Doğal ortamda ayıp ve günah olmaz. Ayıp ve günah cemiyet içinde karşılık bulur. Bu yüzden köylüler dini anlamda gevşek, ayıp anlamında rahattırlar…

Köylülük ve şehirliliğin kendine göre düşünüş, davranış ve refleksleri vardır ve bu iki olgu kendi bağlamları içinde değerlendirilmelidir. Köylü ile şehirliyi birlikte düşünmek; elma ile armudu toplaya benzer. Bu anlamda zor yaşam koşulları içinde köylülük, cemiyet içinde şehirlilik olmak erdemdir. Bir şehirli insan köyde yaşadığı için köylü olamayacağı gibi, bir köylü de şehirde yaşadığı için şehirli olamaz. Bir kişinin şehirli olabilmesi için ancak üç kuşak şehirde yaşamış olması gerekir. Şehir ve köy arasındaki düşünüş ve davranış farkı üzerine birçok şey söylenmiştir. Bu bağlamda köy ve şehri kendi şartları içinde değerlendirmek gerekir. Çünkü insanoğlunun yaşadığı bu dünyada medeniyet kurmak için şehirler ne denli gerekli ise, yaşamak için de köyler gereklidir. Modernite ve küreselleşme köyleri şehirlere yaklaştırarak dünyanın doğal dengesini bozmaktadır. Oysa sünnetullah/âdetullah üzerine kurulu bu dünyada köy de şehir de birlikte var olmalıdır. Bunlara müdahale etmek dünyanın ruhuna müdahale etmektir…

[1]    Bu konuda Pınar yayınları arasında çıkan Mevdudi’nin “Hz. Peygamber ve Tevhid Mücadelesi” adlı kitabına bakabilirsiniz.

 

[2]    Bugün en radikal ve en acımasız İslamcı örgüt IŞİD’in merkezi Suriye’nin Rakka şehridir. Rakka tarih boyunca tarım ve hayvancılıkla uğraşmıştır. Aşiret ve asabiyeti güçlü fedoal bir şehirdir. Halen tarım ve hayvancılıkla uğraşır. Dolayısıyla böylesine toprağa bağımlı ve hayvancılıkla geçinen bir şehirde ancak IŞİD tutunabilir veya burayı merkez seçebilir.

 

Latest posts by Mehmet Kurtoğlu (see all)

Bu yazı yorumlara kapalı.