"Enter"a basıp içeriğe geçin

Müziksel Algılara Yolculuk

Sanatı besleyen duygulardır; duygularla beslenense insan. Tıpkı topraktan suyunu çekemeyen dalın kuruması gibi, duyguların sayısız şekilde yansıtıldığı sanattan uzaklaşan insan da günden güne solarak, boynu bükük bir hâl alır. Yüreğinin sesine kulak verebilmesi için onu beslemesi gerektiğini çeşitli tecrübelerden sonra öğrenir. Sanat, çok sayıda kolu ve yolu olan rengârenk bir mozaiği andırır. Her insan, yaradılışına en uygun olan rengin ucundan tutarak yaşam yolculuğunda ilerlemeye çalışır. Müzik de tüm sanat dalları gibi, gönüllere gıda ve şifâ olan, hayatın içinde vazgeçilmezlik özelliği taşıyan çok özel bir alandır.

İnsanlığın ilk dönemlerinde hayvan kemiklerinin birbirine vurulmasıyla oluşturulan müzik, ilkel insanların doğadaki sesleri taklit etmeleriyle başlamış, zamanla yerini teknolojik olanaklarla ortaya çıkarılan, her açıdan yüksek seviyeli ve kaliteli müziğe bırakmıştır. Duygu ve düşüncelerin sesler aracılığıyla ifade edilmesini sağlayan müzik, kelime olarak kökenini eski Grek dilinden almaktadır. Sanat dalı olmasının yanı sıra, aynı zamanda bir bilim dalı da olan müzik, günümüzdeki modern hâlini alana kadar uzun bir süreçten geçmiştir. Bunda elbette ki psikolojik, sosyolojik, toplumsal ve tarihsel gelişimlerin rolü olduğu düşünülebilir.

Peki ama, özünde taşıdığı tılsımıyla hepimizi kendine bağlayan müzik, bizler için neden bu kadar önemlidir acaba?

Bu soruya verilecek cevaplar, muhtemelen konuya bakış açılarına ve algılara göre değişecektir. Nasıl düşünülürse düşünülsün, bu durum müziğin evrensel varoluşun temelinde yer aldığı gerçeğini değiştirmeyecektir. Metafizik açıdan ele alındığında, Tanrısal gücün, evrendeki uyum ve düzenin oluşması için öngördüğü âhengi, ritm ve ton ile sağladığı sonucuna varılabilir. Yani Yaratıcı, yaratılanlara kendisini ilk olarak müzik aracılığıyla belli etmiştir. Mâdem ki evrenin oluşumu, “ol!” emriyle gerçekleşmiştir, o hâlde buradan yola çıkılarak denebilir ki: evrenin yaratıcısı ilk titreşimi bizlere göndererek zaten yüreklerimize bu vesileyle müzik çiçeğinin tohumlarını saçmıştır. Belki de bundan dolayıdır: müzik sayesinde çoğu zaman, insan ruhunun derinliklerinden kopup gelen, sadece bir kişiye âitmiş gibi görünmekle birlikte, aslında bütün insanlığın ruhunda yankısını bulabilecek olan duyguların dile getirilmesi. Benzer şekilde, müziğin bir gönülden diğerine akıp gitmesine, portede* hayat bulan notaların kaynaşmasıyla açığa çıkarılan nağmelerin vesile olabilmesi. Aynı zamanda, hayat çölünde susadığımız tüm duyguları, melodilerin yüreklerimizi ferahlatan serinliklerinde bulabilmemiz. Kıyamet gününde, her yerden üfleneceği söylenen “sûr” sesleri yükseldikçe, müzikle yaratılan ve yaşanan dünya belki de yine müzikle son bulacaktır, kimbilir?

Bunları şu an hiçbirimiz tam olarak bilemiyoruz. Ancak tüm bu ifadeler kelimelerin içine gizlenmiş, derin olarak düşünülmesi gereken, anlam açısından açılıp saçılabilecek kadar geniş müziksel algılardır.

Müziğin yalnızca aletler aracılığıyla ortaya çıkarıldığını söylemek, eksik bir yaklaşım olacaktır. En büyük müzik aleti, sesi ve nefesiyle insanın kendisidir. Hattâ daha da öteye gidersek, evrende yaratılmış olan canlı / cansız ne varsa, içsel titreşimleri sayesinde başlı başına bir müzik kaynağıdır. İnsan bedenindeki en küçük hücreler arasında bile belli bir ritm ve uyum söz konusudur.

Sözde cansız olarak nitelendirilen, gerçekte ise yapıtaşları nedeniyle birer canlılık kaynağı olan yaratılmışların, iç mekanizmalarında sergiledikleri âhenge hayran olmamak mümkün müdür? Bu âhengi sezebilmiş bir benliğin, Beethoven’ın “Müzik yoluyla Tanrı’ya yaklaşmak ve oradan insanlığa seslenmekten daha üstünü olamaz.” deyişini, kendi hayat çalgısı olan yüreğinde hissetmesinden daha doğal ne olabilir?

Müziğin diğer sanat dallarına nazaran etkili olabilmesinin kökeninde, kuşkusuz onun insan ruhunun derinliklerine kolaylıkla ulaşabilmesi yatmaktadır. Bazen bir şairin veya ressamın, eserleriyle vermek istediği mesajlardan çok daha kolay algılanabilen müziksel mesajlar, yaşamlarımızı çepeçevre kuşatmış durumdadır. Bu sayede müzik, en önemli değerlerimiz olan gönül evlerimizi ses pınarında yıkayarak iyilik, güzellik, temizlik ve hoşgörü dolu bir ruhla yeniden aydınlanabilmemiz için bizlere Yaratıcı tarafından sunulan bir lütuf olarak karşımıza çıkar.

Müzikle bütünleşmeyi başarmış bir insan, ruhunun derinliklerini zaman içinde keşfetmeye başlayacaktır. Bunun da ötesinde, kendi ruhuyla birlikte, diğerlerinin ruhlarıyla da bütünleşme hâlini yaşayacaktır. İnsanların yanı sıra dış dünyasındaki şekillerde, renklerde, mevsimlerin döngüsünde, dalgaların yükselip alçalmasında, rüzgârda ve doğanın sonsuzluğunda mevcut olan hareketi ve müziksel titreşimleri keşfedecek, onlarla kendini “bir”leyecektir. Hattâ, bir süre sonra, ormanlardaki dal ve yaprakların, nehirlerde uyum içinde akan suların bile kendine özgü bir ritmi olduğunu hayranlıkla fark edecektir. En sonunda da doğanın bağrında yaşattığı sayısız güzelliğin kendisine bu denli haz vermesinin kökeninde, bu güzelliklerin içimizdeki müzikle aynı frekansta titreşmesi olduğunu anlayacaktır.

Müzik, insanlarla birlikte tüm varlığın evrensel dilidir. Hayatın özünde var olan âhenge ulaşmak için, yaşadığımız dünyada uyum arayışı içine gireriz. Aslında bu arayış, dünya üzerinde uyumsuz ve imkânsız gibi görünenlere ulaşmak için kurduğumuz hayâllerimizi sınırlamamızdan kaynaklanır. Kişi gönlünü ve ufkunu ne kadar geniş tutarsa, “İmkânsız yoktur; sadece zor olan vardır.” sözü doğrultusunda davranacak ve o oranda evrendeki müziğin tınılarını ruhunun en kuytu köşelerinde algılayacaktır. Bu algılayışın temelinde, yine evrenle bir olma hâlinin hayâl olmaktan çıkıp gerçeğe dönüşerek, onunla aynı titreşimlere sahip olması yatmaktadır.

Tüm bu sezişler, tabi ki her insana göre farklılıklar gösterecektir. Ancak bu, ne olursa olsun, Mozart’ın “Duygularımı şiirle anlatamam çünkü şair değilim. Kendimi gölgeler ve ışıkla ifade edemem çünkü ressam değilim. Düşüncelerimi hareketlerle de açıklayamam çünkü dansçı değilim. Ama bunların hepsini müzikle yapabilirim.” diyerek müziğe biçtiği değeri ve onu algılayış biçiminin güzelliğini kabul etmemizin önüne geçemeyecektir.

Çünkü artık insanlık şunu çok iyi bilmektedir ki: müzik, tüm sanat dallarından ayrıcalıklı olarak geçmişimizle birlikte geleceğimizi, maddesellikle birlikte mânevî derinlikleri, tabiattaki her unsurla birlikte ona dâhil olan insan bedenini, sanatsal inceliklerle keşfetmenin en dikkat çekici ve gizemli yollarından biridir.

* Müzikte notaların üzerine yazıldığı eşit aralıklı beş çizgi ve dört aralıktan oluşan şekil.

Latest posts by Ezgi Fatma Açıkgöz (see all)

Bu yazı yorumlara kapalı.