"Enter"a basıp içeriğe geçin

Nağmeler ve Gölgeler

Hicaz kokan bir nağme ile başlıyor beste. Piyano, telli çalgılar ve ritim sazların filizlendirdiği armoni insana bir ruhu olduğunu hatırlatıyor ve ‘ben’in metruk köşelerine girerek oraları aydınlatıyor sonra usulca dinleyenleri hatıralara sürüklüyordu. Ezginin solistin sesiyle kucaklaşmasıyla birlikte duygunun fiziği şekillendirdiğine şahit oluyor, basit bir melodinin bile boğazda bir yumru ve akabinde gözlerde yaş haline dönüştüğüne tanık oluyorduk.

Şarkının teması ayrılık…

Ayrılık olmayınca aşk ta olmazmış derler. Zaten aşkın en büyüğü insanın esas bütünden kopmasıyla başlamamış mıydı? Ta ki kavuşana kadar süren bu firak, insanı hem yaşatacak hem kahredecek hem de mutlu edecekti. Bu ruh halinin sözlerle ifadesi mümkün olmadığından nağmeler devreye girmişti belli ki…

Her dinleyici müziği farklı duygularla dinliyor şüphesiz. Kaydın altında yer alan dinleyici yorumları ise günümüzün sunduğu ilginç bir veri kaynağı.

Yorumlar

– En sondaki kaside duyguyu zirveden yutmuş.

– Videoyu açamıyorum, yardımcı olabilecek var mı?

– I don’t know Turkish.

– Olmadı babacığım olmadı. Kavuşmak ahrete kaldı. Yıllarca bizim için çalıştın gurbette. Hani söz vermiştin, gelecektin, terasımızda demli cay içecektik!

– Arkadaşlar Mescidi Aksa’ya ağlayalım. Esas keder o…

– Bu şarkının kareokesi var mı?

– Bakü’den selamlar. Müthiş.

– Filmlerde izlediğiniz ve romanlarda okuduğunuz cami avlusuna bırakılan bebek vardır ya… İşte o benim. Kaldığım yetimhanede, yıllarca dinledim ve gizli gizli ağladım. Çok zordur, tenhalarda bir başına kalmak. Ben hep böyle yaşadım.

– Kardeş, çok acı çekmişsin eyvallah.  Ancak kusura bakmazsan bir şey soracağım.  Doğru söylediğini nasıl anlayacağız? Çünkü bunu birilerini etkilemek ve o masum duyguları kullanmak için yapıyorlar genelde.

– Pardon, böyle bir konu hakkında niçin yalan söyleyeyim. Bursa Çocuk Esirgeme Kurumuna git kayıtlara bak. İstersen özelden ismimi vereyim.

– Karizma 06, senin yaptığın çok ayıp, rezalet… Adamın acısına saygılı ol. Bu kadar açık ettiriyorsun. Yazıklar olsun. Çirkinleşme…

– Ay çok sinirlendim. Karizma o6 Allah sana daha beterini yaşatır inşallah.

– Ya Ankara’nın bağları yok mu şimdi onu dinlemem lazım. Keder kasvet bitmez, neşemizi bulalım.

– angara bebelerine yaraşan iki türkü iyi gider harbiden.

– Beddua etme (dıııt) anladın değil mi. Kötü söz sahibinindir, bedduada. O kadar düzenbaz sahtekâr, şarlatan var ki, iyi niyetli olaraktan sorduk, sen niye gocunuyon ki?

– Yalnızlar rıhtımı, yaş kaç sizin?

– 49

– Benim annem 10 yıl önce vefat etti. Teyzemin böyle bir hikâyesinden bahsettiydi. Özelden yazışalım mı?

– Hay hay.

***

Şimdi, bütün bu yazışmalardan sonra üstelik bu yaşta, beni dünyaya getiren kadını bulmaya gidiyorum.

Diyelim ki buldum beni doğuran kadını, ne diyeceğim?

Anne unvanı taşıyan dişi, beni hatırladın mı? Ne garip soruydu bu. Niçin ve neden hatırlasın ki? Zaten ilelebet hatırlamamak için beton zemine bırakmamış mıydı?

Defalarca yapılan telkinlerde hep aynı cümle: ‘Farzet ki öldüler…’

Bu söz ne kadar ucuz bir teselli cümlesiydi. Mantıklı olun, aynı şey mi Allah aşkına. Birinde süreli bir hüzün ve kabulleniş, diğerinde ömür boyu seni takip eden iki gölge…

Karşındayım, geldim; Günah, arzu, aşk, şehvet ya da her ne belanın ürünüysem işte… Biyolojik olarak karşındayım. Üç günlük bebeği, yani beni cami avlusuna bırakmak dünyanın en müthiş çözümü müdür? Dünyanın en aşağılık makamını temsil etmek nasıl bir duygu? Bunu söylemek için teptim bunca yolu.

Ne yalan ne hakikat

Heyecanlı mıydım? Evet.

Bulmayı istiyor muydum: Hayır.

Bu bir çelişki miydi: Evet.

Anormal bir durum muydu: Hayır.

Hiç tahmin edeceğim kadar heyecanlandım o eve giderken. Kalbim yerinden sökülecekti.  Web te tanıştığımız ve bana bu yolu açan Mehmet Bey teyzemin oğluymuş. Teyze anne yarısı, anne olmayınca ne olacak peki?

Eve yaklaşıyoruz.

Yamaçta yer alan bir ev burası. Rüzgârın savurduğu sardunyalar, fesleğenler, biberiyeler, reyhanlar… Toprağa değen ayağım sanki camdan, hemen kırılıverecek gibi…

Evin terkedilmiş bir hali var. Etrafı boş, en yakın ev 50 metre mesafede. Saçtan yapılan çatısıyla kendini belli ediyor. Belli bir mesafeyi yürümek zorunda kaldığımız için biraz yorulduk. Araba ile oraya gitme imkanı yoktu. Tahta kapıyı çaldık bir bayan açtı, 30’lu yaşları terketmeye başlamış bir görüntüsü vardı. ‘Buyurun’ dedi ve Mehmet Bey ile sarıldılar. Genç kadın, kısık sesle ‘Mehmet Abi, çok hasta annem’ diyebildi ve ağladı. Bana da usulca ‘hoş geldiniz’ dedi.

Koridoru geçtikten sonra bir odaya geldik. İlaç, idrar ve kolonya kokusu hakimdi odada. Odaya girdiğimizde ortada büyük bir hastane yatağı vardı. Karşımda yaşam ile arasında bağ kalmamış, belki de birazdan ruhunu sahibine teslim edecek saçları bembeyaz bir kadın vardı. Bu kadın benim biyolojik annem miydi? Hiçbir şey hissedemedim. Yabancı biri gibiydi. Diyelim ki, bu o kadındı. Ne olacaktı ki, ‘Kalk, ey anne ölme helalleşelim’ mi diyecektim? Peh ne büyük saçmalık!..’

Niçin geldim ki buraya?

Eşim geldi aklına. Kader ebeveynden yoksun bırakmıştı, lakin öyle bir eş nasip etmişti ki, herşeyim oldu.

Mehmet Bey sağlığı ile ilgili sorular sordu. Ben kulaklarımda uğultu ölüm döşeğinde yatan bu hasta kadına bakıp kalbimin yavaş atması için dualar ediyordum. Böylece bir saat kadar oturduk. Ben kendimi tanıttıktan sonra özür diledim, bahçeye çıktım. Bahçede oturduğum sırada komşu ya da akraba olduğunu tahmin ettiğim birkaç kişi boş ve anlamsız gözlerle bana baktılar. Doğal olarak bu kır saçlı adamın kim ve burada ne işi olduğunu merak ediyorlardı.

Bu hasta kadın kimdi ve beni niçin cami avlusuna bırakmıştı?

Az sonra gözü yaşlı bir şekilde bizi karşılayan bayan ümitsiz ve yorgun bir halde dışarı çıktı. ‘Artık son zamanları. Mehmet ağabeyim bahsetti, çok hassas bir konu olduğu için şimdi konuşma durumumuz yok. Fakat şu kadarını söyleyebilirim. Yıllar öncesine ait böyle talihsiz anısı vardı annemin. Bana anlatmıştı, sizi Çocuk Esirgeme Kurumu’na bırakmış…’

‘Yalan’ diye bağırasım geldi, yalan…  Onlar bırakmadı. Onlar attı. Ben kendi çabalarımla öğrendim, bunun yalan olduğunu. Bebektim, çocuktum, gençtim hep kandırıldım. Önce, annen baban uzakta dediler, sonra öldü dediler.

Yalanlarla örülü bir günahın adıydım ben.

Yazık ki bu şehirde yalanlar devam ediyordu.

Çok çekmeden bir feryat yükseldi ve ağıtlar yakılmaya başlandı. Kapıya yaklaştım. Çarşafı beyaz saçlı kadının yüzüne kapatıyorlardı. Dayanamadım ve Simav sokaklarına attım kendimi. Bir kahvehaneye oturdum ve düşünmeye başladım. Neden, tüm bunlar neden? Sabırsızlık en eski günahıydı insanın.

Bekçi Necdet

Zifiri bi garanlık vaadı o akşam. Gış günüydü zaten erken garardı hava. Hökümet meydanından bile seyrek adımla duyulur. Ben de nasıl bir baş ağrısı va anlatamam. Bir garatı gördüm. Garatı demişken ‘garaltısı kaybolsun’ diye bir deyim vardır, ne deyimi beddua. Ben de beddua mı aldım nedir, o kişinin garatısı gayboldu. Her garatı hışırtının peşine gidince asayiş sağlanamaz. Hem bekçi dediğinin bir ağarlığı olur. O zamanlar gonuşulduydu gasabada, filancadan diye. Gız hamileliğini gizlemiş sonra çocuğu doğurmuş, bırakmış camiye diye. Şimdiki gibi kamera mı var mübarek. Aylaca uğraştık, ifadele, görgü tanığı derken bulamadık. Biz de çocuk esirgeme omadığından aldık Bursa’ya göttük. Hatta ben götürvedim. Bi öğre’men vadı, adı Sercan mıydı Sertaç mıydı bilemedim. Buralada iki ay gada durdu gittiydi. Elli sene önceki hadise. Akılda galır mı, bu gadarı ga’dı işte. Onu dedileee. Ondanmış. Oğlan yurtdışına gitmişmiş. Bul bulabilirsen. Töbe ben bilmem. Gönahları boyunlana…

Aynı avluda

Bir esinti vuruyor yüzüme. Sonra gözlerimi kamaştıran güneş ışıkları.  Uzatıyorum elimi yeşil çuhaya; bir boşluğa, bilinmezliğe. ..

Buldum, kaybettim. Bulamadım, bulamadan kaybettim. Hangisi ise artık. Kalbim müsterih. İçim rahat. Aynı avluya bırakıyorum, beni bırakanı ya da beyaz saçlı kadını. Günahın diğer yarısı kim ve nerede kimbilir? Kalsın benim davam divana kalsın!

Leylekler havalandı karşı tepeden

Bulutlara yükseliyorlar

Işıkları söndü yamaçtaki evin

Aşk çocuğu olsam keşke

Doğmasaydım erken

Korkmuyorum

Yalnız değilim.

Latest posts by İbrahim Yarış (see all)

Bu yazı yorumlara kapalı.